EĞİTİM

ATATÜRK ASLINDA NEDEN HAYATINI KAYBETTİ?

“Hani diyorlar ya, ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ diye. Böyle bir klişe cümle. Yok böyle bir şey aslında.. Yaptığım araştırmalarda bunlara rastlanmıyor.”

ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, 10 KASIM 1938’DE ARAMIZDAN AYRILDI. 
0
🟢 CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN YAŞAMA VEDA EDİŞİNİN 84. YILI

✅ Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 84 yıl önce bugün aramızdan ayrıldı. Yaşama veda etmesine dakikalar kala Dolmabahçe Sarayı’nın koridorlarında, “Bak, bir tarih göçüyor…” sözleri yankılanırken takvimler 10 Kasım 1938’i, saat 9.05’i gösteriyordu.. 

– Yalnızca Türk milletinin Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla yöneten bir komutan olarak değil, aynı zamanda gerçekleştirdiği devrimlerle de dâhi bir devlet adamı olarak tarihe geçen Mustafa Kemal Atatürk, 57 yıl süren yaşamında, milletinin ve vatanının bağımsızlığı için yılmadan çalıştı ve girdiği her mücadeleden zaferle çıktı..

GÖZYAŞLARIYLA UĞURLADILAR

✅ Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938’de dünyaya gözlerini yumdu..

– Ölümünün ardından, 21 Kasım 1938’de geçici olarak Ankara Etnografya Müzesi’ne konulan naaşı, 10 Kasım 1953’te anıt mezar olan Anıtkabir’e nakledildi. Fotoğrafta, 16 Kasım 1938’de Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm haberi üzerine Dolmabahçe Sarayı’na son görev için gelen ve gözyaşlarını tutamayan kadınlar görülüyor..

✅ 19 Kasım günü cenaze büyük bir kalabalık tarafından Yavuz Zırhlısı ile İzmit’e oradan da aynı günün akşamı tüm yurt gezilerinde kullandığı tren ile Ankara’ya uğurlandı.

– 20 Kasım’da Ankara’da devlet erkânı tarafından karşılanan cenaze, TBMM önünde katafalka konuldu. 21 Kasım 1938’de büyük bir cenaze töreni ile Ankara Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrine konulan Atatürk’ün naaşı, ebedi istirahatgâhı Anıtkabir’e taşındığı 10 Kasım 1953’e kadar burada kaldı. 

9.05’TE YAŞAM DURACAK

İmparatorluk kalıntılarından mazlum milletlere ışık olan tam bağımsız ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuran, Reşit Galip’in nitelendirmesiyle “milletin bir ferdi” olmakla övünen Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 84. yıldönümü nedeniyle bugün saat 9.05’te düzenlenecek resmi tören ile devlet erkânı Anıtkabir’i ziyaret edecek. Ardından İstiklal Marşı okunacak. 

Mustafa Kemal Atatürk nasıl öldü, doktorları hatalı mıydı?
🟢 ATATÜRK ASLINDA NEDEN HAYATINI KAYBETTİ?
Gazi, ilk ağır komasına 17 Ekim 1938’de girmişti.

✅ ‘Atatürk’ün Katilleri ve O Doktor’ kitabının yazarı Yaşar Gürsoy, kronolojik ölüm yolculuğunu, Dolmabahçe’deki Nazi doktoru ve süreçteki hataları anlattı..

– Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü, sağlığının 1937 yılından itibaren bozulmaya başlamasına müteakiben 10 Kasım 1938’de gerçekleşmişti..

 

✅ 17 Ekim 1938…

Gazi Mustafa Kemal’in vefatından 3 hafta 3 gün evveli..

Sene başında Yalova’daki gezisi sırasında hastalığına ilk teşhis konulan Atatürk’ün durumu epeyi ağırlaşmış..

Tanzimat Fermanı ile başlayan modernleşme adımlarının ikonik yapısı Dolmabahçe Sarayı’nda, bir ulusa hem cumhuriyeti hem tebaadan bireye uzanışı armağan eden Atatürk için telaşlanma vakti..

Sadece kaygı değil alabildiğine ciddi bir hava da esiyor sarayın 71 numaralı odasında..

Her yer hekimlerle dolu..

– Ateş 38,5 derece, nabız 90, gözlerini kapamış düzensiz nefes alıyor Gazi, ilk kez ağır komaya giriyor..

Sağlığıyla ilgili bir sorun olduğu sır değil..

Ama kimse böylesini tahayyül bile etmek istemiyor..

– Bir gün sonra gazetelerin manşetleri hala ümitvar ve tedbiri elden bırakmayan cinsten..

Satır aralarına serpiştirilen cümleler ise Türkiye’yi neyin beklediğinin habercisi gibi..

✅ Cumhuriyet gazetesi, 18 Birinci teşrin 1938: “Ulu Önderimizin geçirmekte olduğu rahatsızlığa dair iki rapor neşredildi” diyor manşette..
 

CUMHURİYET GAZETESİ MANŞET.png

Atatürk 17 Ekim’de ilk ağır komaya girdikten sonra Cumhuriyet gazetesi durumu böyle haberleştirmişti / Görsel: Cumhuriyet gazetesi, 18 Ekim 1938



✅ Haberin içinde “Umumi ahvalde hafif bir salâh görülmekle beraber vaziyet ciddiyetini muhafaza etmektedir” cümlesi dikkat çekiyor..

– Atatürk’ün dört gün sürecek ağır komaya girdiğinden ise hiç bahsedilmiyor..

Yüzyıllara sığabilecek işleri on yılda tamamladığı söylenen Gazi’nin 24 gün sonra hayatını yitireceğinden kimsenin haberi yok..

Hükümet, hekimler, yakın dostları olan bitenin farkında ama bu erken vedayı kimse konduramıyor..

✅ Peki Atatürk’e hangi tedaviler uygulandı?

✅ Sağlığından sorumlu olan hekimler kimlerdi? 

✅ Atatürk’e atfedilen “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” sözü doğru muydu?

✅ Tedavi sürecinde kimler yer aldı?

✅ Dahası ölen kızına evinde otopsi yapan, meslektaşlarının laboratuvarlarından testis çalan, hastalarının yüzüne tüküren ve Hitler’e bağlılık yemini etmiş Profesör Eppinger’in Dolmabahçe Sarayı’nda ne işi vardı?

✅ Gazi’nin ölümüne giden yolda bir ihmalden bahsedilebilir miydi?

🟢 ATATÜRK NASIL KOMAYA GİRDİ, HANGİ HAYATİ ORGANI ARTIK ALARM VERMEYE BAŞLAMIŞTI?
“Atatürk’ün Katilleri ve O Doktor” kitabının ardındaki isim, araştırmacı gazeteci-yazar Yaşar Gürsoy, bilinen ve bilinmeyenleri anlattı
 

✅ 16 Ekim 1938-17 Ekim1938 arasında neler yaşandı?

✅ Koma hali ne kadar sürdü?

Hasta Yatağında “Aman Dil” Diye Sayıklıyordu

– Yaşar Gürsoy:

“Vefatından 25 gün önce komaya girdi. Yani 17 Ekim 1938’de komaya girdi.. 1 gün önce yani 16 Ekim 1938 Pazar günü genel sekreteri Hasan Rıza Soyak odasına girdiğinde başında Profesör Neşet Ömer İrdelp ve Profesör Mim Kemal Öke’yi bazı ilaçlar hazırlarken görüyor.. Atatürk o sırada yatağında şiddetli şekilde öksürüyor. Arada bir ağzından az miktarda sarı bir sıvı çıkarıyor. Doktorlar iğne yapıyor, küçük buz parçaları yutturuyorlar. Öğürmesi kısa bir süre sonra kesiliyor. Hasan Rıza Bey, yani genel sekreteri baş ucuna yaklaşıp “Buz iyi geldi mi efendim?” diye soruyor. Çok güçlükle “Evet” diye cevap veriyor..”

Atatürk son günlerini Dolmabahçe Sarayı’nda geçirmişti / Fotoğraf: Tarih Dergisi



Sık sık başını iki tarafa çeviriyor. Arada bir “Aman dil aman dil” cümlesini kuruyor. Hasan Rıza Bey ve orada bulunan doktorlar o sözlerle neyi kastettiğini merak ediyorlar. “Dilinden bir sıkıntı mı çekiyor?” diye düşünüyorlar. Ya da önceki günlerdeki Türkçe dil meselesinden mi bahsediyor? Anlam veremiyorlar buna. Bu yıllardan beri tartışılan bir konudur..

Bilinçaltında hala o Türkçe dil meselesinin kaldığı yönünde bir yorum yapılıyor sanıyorum?

– Yaşar Gürsoy:

“Evet, çok özen gösteriyor Türkçe dilinin kabullenilmesi için. Bir hafta önce Dil Bayramı kutlanmış. Yani Atatürk’ün son yıllarını vakfettiği bu konuya yine yakın ilgi gösterdiği için “dil” kelimesini ondan söylemiş olabileceği düşünülüyor..”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla ilki 1932’de düzenlenen “Birinci Türk Dil Kurultayı”nın açılış günü olan 26 Eylül, her yıl “Dil Bayramı” olarak kutlanıyor / Fotoğraf: Anadolu Ajansı

– Yaşar Gürsoy:
“Durumu ağırlaşıyor. Durumu ağırlaşınca hemen yetkililer alarma geçiyor. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras bir konsültasyon yapılmasını öneriyor. Diğer hekimler de acil Dolmabahçe’ye çağrılıyor..

– Sabah uyandığında yani 17 Ekim sabahı tuvalete götürülüyor fakat maalesef oturaktan sırt üstü yere düşüyor. Gözleri kapanıyor. O sırada tekrar yatağına alıyorlar..

– Acı çekiyor doğal olarak. Adeta yıllarca cephelerde savaştığı gibi direniyor. Durumu çok ciddi. Nabız çok yüksek, idrar alınamıyor.. Karındaki asit hızla çoğalınca bu sefer karın damarları genişlemeye başlıyor. Göz bebeği refleksleri iyice gidiyor. Ağır komaya giriyor..”

Akil ve Mim Kemal.jpg

Atatürk’ün hastalığı sırasında kendisiyle ilgilenen hekimlerden ikisi: Prof. Dr. Akil Muhtar Özden (solda) ve Prof. Mim Kemal Öke (sağda) / Fotoğraflar: Üsküdar Üniversitesi, NKFU.com 

– Yaşar Gürsoy:

“- Bu sırada Profesör Akil Muhtar Özden var, hekimlerinden biri..

Glikozlu serum vermek istiyor. Akil Muhtar Özden öneriyor bunu. Gece yarısına doğru koma hali sürüyor. O sırada Profesör Mim Kemal Öke, 250 santimetreküp serumu damarından enjekte ediyor ve derin bir komaya Atatürk bu şekilde giriyor..

– Koma hali dört gün sürüyor. Yani 20 Ekim’e kadar koma devam ediyor..”

🟢 “ATATÜRK’E CIVA İÇERİKLİ İLAÇ ENJEKTE EDİLDİ”

– Yaşar Gürsoy:

“Bu komanın öncesinde 31 Temmuz 1938 günü Atatürk’e benim kitabımda söz ettiğim Hitler’in özel doktoru gelip saligranlı, cıva içerikli ilacı veriyor..”

Yani Atatürk’ün bedenine cıva enjekte ediliyor, doğru mu anladık?

– Yaşar Gürsoy:

“- Evet. Cıva içerikli saligran adındaki bir ilaç enjekte ediliyor. 31 Temmuz 1938’de yapılıyor. Doktor gelip üç kez yapıyor. Komaya girdiği tarih ise 17 Ekim..”

Peki hangi sebeple bu ilaç enjekte ediliyor Atatürk’e?

Çünkü anladığım kadarıyla “Atatürk’ün Katilleri ve O Doktor” kitabınızda da Dolmabahçe Sarayı’nda çok sayıda doktor olduğundan hem Türk hem yabancı hekimler olduğundan söz ediliyor. Gidip gelen doktorlar var ona daha sonrasında geleceğiz. Fransız hekim Fissenberg gibi doktorlar var. Atatürk’le biraz da baş edemeyen doktorlar… Bahsetmiş olduğunuz doktor ise Eppinger anladığım kadarıyla. Cıva içerikli ilacı enjekte eden kişiye diğer hekimler bir şey söylemiyorlar mı? Yani bu müdahale karşısında sessiz mi kalınıyor? Belirleyici olan kişi Hitler’in doktoru mu?

– Yaşar Gürsoy:

“Orada çok enteresan bir şey yaşanıyor. Ben bütün Atatürk’ün son nöbet defterlerini incelediğimde 31 Temmuz günü Profesör Hans Eppinger geliyor ve hiç kimseye sormadan ya da hiç kimse müdahale etmeden rahatlıkla Dolmabahçe Sarayı 71 numaralı Atatürk’ün vefat ettiği odaya elini kolunu sallayarak giriyor. O sırada kimse müdahale etmiyor kendisine..”

II. Dünya Savaşı sırasında Nazi kamplarında vahşi deneyler yürüten Eppinger’in Atatürk’ü zehirlediği iddia edildi / Fotoğraflar: dgim-history.de, Tarih Dergisi 

– Yaşar Gürsoy:

“Yani böyle bir kayıt yok. Biliyorsunuz Atatürk ölmeden önce nöbet defterinde kimlerin girdiği, kaçar dakika görüştüğü hepsi yazılıdır. Bu kayıt altındadır ama Profesör Doktor Hans Eppinger’in adına kesinlikle rastlanmıyor. Atatürk’e gelip kendisini tanıştırıyor ve akabinde de Atatürk aslında kendisinden hoşlanmıyor ilk intibası o yönde. Daha sonra arkadaşlarına “Çok kaba bir adam bu, nereden buldunuz bunu?” diye soruyor..”

Peki bir soru daha. O da Atatürk’ün komaya girdiği sırada hekimlerin komaya girip girmediğini kamuoyuna bildirip bildirilmesiyle ilgili bir tartışmaya dair…

Anlaşılan bir görüş ayrılığı var. Doktorların bir kısmı rapor hazırlanması gerektiğinden yana. Çünkü durumun vahametinin artık çok üst seviyeye geldiğinden bahsediliyor. Bir kısmı ise bu işin hükümete bırakılması gerektiğinden söz ediyor. Tam olarak ne oluyor?

– Yaşar Gürsoy:

“Bu olay 20 Ekim günü yaşanıyor. Atatürk derin komadan çıkmadan önce bütün hekimler görüşmek için toplanıyorlar. Görüşmenin içeriği koma durumunun kamuoyuna bildirilip bildirilmemesi…

– Vefat durumunda ne yapacaklarını düşünmeye başlıyorlar. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, bir gün önce Ankara’dan İstanbul’a gelmiş. Atatürk öldükten sonra ne yapılabileceğini yani güvenlik önlemlerini nasıl alınabileceğini tartışmaya açmış ve hatta bunu bir program dahilinde yansıtmış orada bulunan hekimlere..”

Mekteb-i-Tıbbiye-i Askeriye müderrislerinden Ömer Neşet İrdelp (1 numara) sonraları Atatürk’ün tedavisini üstlenecek önemli hekimler arasında yer alacaktı, Haydarpaşa, 27 Kasım 1922 / Fotoğraf: mustafakemalim.com  

– Yaşar Gürsoy:
“Hekimlerin bazıları bunun yersiz olduğunu söylüyorlar. Çünkü vefatına Atatürk’ün biraz daha zaman var. Ama enteresan işte. Yani orada bir kargaşa yaşanıyor. Aslında görüş ayrılıkları var. Mesela Hitler’in özel doktoru Profesör Eppinger, Dr. Bergman… Türk hekimler… Ömer Neşet İrdelp, Mim Kemal Öke ilgileniyor..”.

🟢 ATATÜRK SİROZ MUYDU, SITMA MIYDI?
Kaç doktor Atatürk’ün rahatsızlığının ciddi boyuta varıldığı anlaşıldıktan sonra Dolmabahçe’de? O sırada elbette bir sürü hekim gidiyor geliyor ama genel itibarıyla kaç doktor ilgileniyor?

– Yaşar Gürsoy:

“Atatürk’ün rahatsızlığıyla özellikle çok ilgilenen iki-üç doktor var. Ömer Neşet İrdelp var..”

Mim Kemal Öke?

– Yaşar Gürsoy:

“Ondan ziyade İrdelp. Hani ‘Atatürk’ü masonlar öldürdü’ diye bir iddia vardır ya… Ömer Neşet İrdelp, Reşat Belger, Mim Kemal Öke… Bu isimlerin tümü mason. Mason olmaları Atatürk’ü öldürdükleri anlamına kesinlikle gelmemeli. Ama ben bu kitapta kronolojik bir sıralama izlediğim için ve doktorların her birinin geçmişte neler yaşadığını da ortaya serdiğim için okuyucular karar verecekler buna..

– Ama en önemli doktorlarından biri Atatürk’ün de ve Zübeyde Hanım’ın da doktoru Ömer Neşet İrdelp. Yani aslında bunun üzerinde bazı şeyler dönüyor.. Mesela Abravaya Marmaralı var, Akil Muhtar Özlem var… Mehmet Kamil Berk var hekimlerden… Berk, aynı zamanda bir eczacı. Bazı ilaçları hazırlayıp kendisi Atatürk’e veriyor diğer hekimlerin bilgisi dahilinde..

– Yani bazı doktorlar Atatürk’ün malarya olduğunu düşünüyorlar. Daha önceki yıllarda kaptığı sıtma olduğunu düşünüyorlar. Kimisi siroz diyor. Kimisi atrofik siroz diyor. Yani kısacası Atatürk’ün ne rahatsızlığı olduğuna kesin karar veremiyorlar..

– Kesin kararı her nasıl oluyorsa Hitler’in doktoru Profesör Eppinger veriyor. Ve diğer hekimler onun dediğini kabul ediyorlar. Saligran denilen cıva içerikli söz konusu ilacın da ondan sonra yapılmasına karar veriyorlar..”

🟢 ATATÜRK’ÜN İLAÇLARININ YAN ETKİLERİNİN BİLİNMEMESİ SAÇMA
Bir denetimsizlik mi söz konusu Atatürk’ün tedavi süreci boyunca?

İlaçlar demişken kitapta değinmiş olduğunuz iki kısım var. Biri amonyum bromürlü lavman diğeri purinol… Hekimlerin koma hali sürerken ya da koma öncesinde bunlara başvurduğunu söylüyorsunuz. Bu yöntemin zararlarına vurgu yapıyorsunuz. Mesela purinolun o dönem itibarıyla kullanılmasındaki sakınca nedir?

– Yaşar Gürsoy:

“Mehmet Kamil Berk, Atatürk’ün vefatından sonra çenesini bağlayan kişi. Bazı fotoğraflarda bunu görmek mümkün..

– Mehmet Kamil Berk ilginç bir kişilik. O yıllarda hekimler ve eczacılar ilaç üretiminin artırılması için iş birliği yapıyorlar. 1928 yılında ilaç ruhsatı alıyor ve yine o doktorla yani İrdelp ile bu ilacın formülünü hazırlıyorlar ve satışa sunuyorlar purinol ilacının..

– 2008 yılında purinolü üreten firma bir İtalyan ilaç firmasına 48 milyon avroya satıldı. Bu purinolü araştırdığımız zaman yan etkilerinin çok fazla olduğu ortaya çıkıyor..

Mesela karaciğer fonksiyonu olan hastalarda kullanıldığında etken maddelerin hidrolizi ile açığa çıkan amonyak yüzünden, -yani idrar yüzünden diyelim- karaciğer yetmezliği olan hastalara ciddi şekilde zarar veriyor. Fazlası kullanılmışsa mide bulantıları yapıyor, idrarda kan birikmesi yapıyor..Yani Atatürk’ün ölümünün ardından bu ilaçtan çok söz ediliyor..”

Atatürk.jpg

Atatürk Trakya Manevraları’nda, 1937 / Fotoğraf: Wikimedia

– Yaşar Gürsoy:

“Diğer bir konu dediğin gibi amonyum bromür. Amonyum maddesi. Adını Amon kralından alıyor. Milattan önce 800’lü yıllardan. O zamandan beri biliniyor. Bromür dediğiniz madde ise 1864’lü yıllardan beri biliniyor. Yani bu ikisinin bileşiklerinin, yan etkilerinin bilinmemesi bana çok saçma geliyor.. Yararları varsa mutlaka zararları olduğu da bilinen bir gerçek..

– Amonyum bromürün önemi şu. Atatürk’e on bir kez amonyum bromür ile lavman yapıyorlar. Beş kez ağızdan altı kez de sifon diye tabir edilen şekilde…

– Amonyum bromürün de çok zararları var. Mesela bu madde karaciğer fonksiyonlarını bozuyor, nöropsikiyatrik anomalilere neden oluyor. Bunu şu anda bile kitaplarda rahatlıkla okuyabiliyoruz..

– Yine bir ilginç anekdot mesela… Bu amonyum bromürün üzerinde niye durdum? Notlara bakacak olursam Atatürk’ün son nöbet defterinde bilinen bir defter bu… Celal Bayar’ın hazırlattığı bir defter… 20-22-23-24-25-26-27-29 ve 31 Ekim ile 4 Kasım tarihlerinde yapılan lavmanlar not alınıyor. Ama hiçbirinde “amonyum bromür” ibaresi kullanılmıyor.. Sadece “ağızdan” ve “sifondan” diye tabir ediliyor. Yani bromürleri incelediğimde farmakologlara, eczacılara sorduğumuzda “Merkezi sinir sistemine gerçekten çok büyük etki altına alıyor” yanıtını alıyoruz. Az miktarda bromür sersemlik yaratıyor, dikkatsizlikler göze çarpıyor. Aynı Atatürk’ün komaya girdikten ve komadan çıktıktan sonraki hallerini hatırlatıyor..”

🟢 KOCAKARI İLAÇLARI MI KULLANILDI?

Tedavi için birçok yöntemden söz ediliyor. O dönemin modern tıbbından öyle ya da böyle doğru ya da yanlış bir şekilde faydalanılıyor. Ama kitapta dikkat çekici başka bir unsur daha karşımıza çıkıyor. Tamam, yurtdışından gizlice getirilen ilaçlar var. Tamam, farklı hekimlerin farklı yöntemleri var..

Ama sanıyorum bir de Mustafa Kemal’in sağlığına olumlu etki etmesi için medet umulan “kocakarı ilaçları” diye tabir edilen alternatif yöntemler var. Bu fikir kimin aklına geliyor? Ne tarz yöntemler uygulanıyor? Son çare olarak mı uygulanıyor yoksa Atatürk’ün tedavisinin başlarında mı deneniyor?

– Yaşar Gürsoy:

“Yaptığım araştırmaya göre bu konu aslında devlet erkânı tarafından önerilmiyor. Yalnız Atatürk’ün çok samimi arkadaşları var..
 

Biliyorsunuz Kılıç Ali diye, Salih Bozok diye… Onlarla çocukluğundan beri özellikle Salih Bozok’la tanıştığı için onun annesinden bazı ilaçlar alıyor. Hani hepimizin yaptığı gibi…”

Salih Bozok Atatürk.jpg

Salih Bozok, Atatürk’ün vefatının ardından intihara teşebbüs etmişti / Fotoğraf: TRT

Kişisel güven duygusundan hareketle?

– Yaşar Gürsoy:

“Evet. Atatürk komadayken veya komadan çıktıktan sonra Avusturya’da bulunan bir Türk kadını da Dolmabahçe Sarayı’na bir mektup gönderiyor. “İyi niyetli bir mektuptur” notuyla. “Eğer benim tarifimi uygularsanız, Atatürk iyi olacaktır” diyor. Elbette merak ediyorlar. Önce kāle almıyorlar. Sonra kadın ısrarcı oluyor, İstanbul’a kadar geliyor. Çamlıca’da evi var, oraya adam gönderiyorlar. Yani kabul ediyorlar “kocakarı” tedavi yöntemini. “Mezbahadan bir hayvanın karın içi zarını alacaksınız. Bunu bir suda ısıtacaksınız. Ardından sıcak zarı hastanın karnına bastırıp hastayı tamamen saracaksınız. Bu şekilde idrar dışarı çıkacak, hasta rahatlayacak” diyor. Bu sefer kāle alıyorlar. Özellikle Atatürk’ün özel doktoru Ömer Reşit İrdelp dikkate alıyor. O zamanki Cerrahpaşa Hastanesi başhekimi Osman Barlas’a bu yöntemi gönderiyor. O da kimi sirozlu hastalarda bunu deniyor. Fakat tedaviye yanıt almadığını belirterek tekrar kadına olumsuz yanıt veriyorlar..

Başka bir olay daha var aslında. Bu da yine o dönemlerde Büyük Britanya Krallığı’ndan bir muhafazakâr milletvekili var. Bunun eşi Grace Queen diye bir kadın. Atatürk’e bir mektup gönderiyor. Bu mektup 18 Temmuz’da yola çıkıyor, saraya ulaşıyor. Mektupta dikkat çeken şey bir doktorun adından söz edilmesi. “Türk liderinin tedavisinde benim söyleyeceğim doktoru çağırırsanız iyi olacaktır” diyor. Yalnız orada enteresan bir şey var. Bu doktorun adı Victor Elwood. Homeopatik ilaç uzmanı kendisi. Yani canlı hayvanlarda ya da insanlarda birtakım deneyler yaparak onlardan aldığı dokularla hastalığa karşı hastalık üreterek tedavi yapan bir doktor. Ama dediğim gibi enteresan olan şu, o milletvekilinin eşi olan kadın mektubun altına bir not düşüyor. “Atatürk bu tedaviyi gördükten sonra Türkiye İngiltere ile birlikte büyük işler yapacaktır” diyor..”

🟢 NAZİ YANLISI DOKTOR NASIL DOLMABAHÇE’YE GİRDİ?

Atatürk’ün tedavisinde görev alan Fransız hekim Profesör Fissenberg ile ilgili bir soru soracaktım ama “deney” deyince aklıma malum doktor Profesör Eppinger geldi. Eppinger Romanya Kraliçesi Marie’nin, Bulgar Kral Boris’in, Yunan Başbakan Metaksas’ın tedavilerinde hazır bulunan bir isim. Yahudi bir doktor, Hitler’in özel olarak seçtiği bir doktor olduğu belirtiliyor. Hatta daha sonra II. Dünya Savaşı sırasında adı toplama kamplarında deneylere karışan, çingeneler, Roman azınlıklar üzerinde deneyler yapan, canlı hayvanlar üzerinde deneyler yapan bir kimse…

Bu isim nasıl oluyor da Dolmabahçe Sarayı’na giriyor? Az önce biraz bahsettiniz ama biraz daha açabilmek namına soruyorum. Atatürk’ün tedavisinde nasıl bir rol üstleniyor? Atatürk’ün bedenine enjekte edilen cıvalı ilaç meselesinden biraz daha bahsedelim.

– Yaşar Gürsoy:

“Profesör Hans Eppinger bir karaciğer uzmanı. Yani her dönem dünya çapında alanında uzmanlaşmış bir kişi vardır. Yalnız bu kişinin özelliği mesela Romanya Kraliçesi 18 Temmuz 1938’de ölüyor. Sirozdan ölüyor ama içki kullanmıyor, alkol kullanmıyor. Muayenesini ve tedavisini bizzat Eppinger yapıyor. Ölümünden sonra törene katılıyor. 13 gün sonra Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’ndaki odasına giriyor..”

Kim çağırıyor?

– Yaşar Gürsoy:

“Dönemin başvekili Celal Bayar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve sağlık müsteşarı Asım Arar getirtiyor ama Dolmabahçe’deki odaya girişi ile ilgili hiçbir kayıta rastlanmıyor..

– Normal şartlarda bilindiği gibi doktorlar hastaların üzerinde konsültasyon yapmadan, yani görüş alışverişi yapmadan kesinlikle hastaya müdahale edemez. Yani bu tıbbi bir gerçektir ama o her nedense giriyor..

– Acaba ilk buluşmasında mı acaba cıva içerikli saligran ilacını yaptı? O da bilinmiyor. Ama üç kez yapıldığını, diğer Türk hekimlerin yanında yapıldığı biliniyor. 18 Temmuz’da İngiliz kökenli bir babanın kızı olan Romanya konsort Kraliçesi Marie ölüyor. Kendisi Bahai tarikatına mensup birisi, dünya çapında tanınan birisi. Öldükten sonra şüphe duyuyorlar ama kimse bir şey diyemiyor. Ardından on üç gün sonra Atatürk’e geliyor Eppinger..”
 

Eppinger ve Atatürk 2.jpg

Profesör Eppinger ve Atatürk / Fotoğraf: Tarih Dergisi

– Yaşar Gürsoy:
“Hemen şuraya bir anekdot da ekleyeyim. Atatürk öldükten sonra bu kez Metaksas 1941 yılında tedavi görüyor. Tedavisini yine Profesör Hans Eppinger yapıyor..

– Ondan yine bir sene sonra bu sefer Bulgaristan Kralı Boris yine aynı hastalıktan hayatını kaybediyor. Yine başında Profesör Hans Eppinger var..

II. Dünya Savaşı çıktıktan sonra toplama kamplarında 90 çingeneye bu kişi damarlarından tuzlu su enjekte ederek insanların ölümüne sebebiyet veriyor. Neden bu testi yapıyor? Çünkü Hitler diyor ki kendisine “Çok küresel bir savaş olacak. Bizim askerlerimiz deniz suyunda kaldıkları süre zarfında deniz suyunu içerek hayatta kalabilirler mi?” Bunun deneyini yaptırıyorlar. Ve 90 çingene ölüyor..

Ayrıca Nürnberg Mahkemesinde bu çingenelerden kurtulanlar da durumu anlatıyor. Profesör Eppinger’in kendilerine bu eziyeti çektirdiğinden bahsediyorlar..”

🟢 “BENİ TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ” SÖZÜ GERÇEK Mİ?

Atatürk’ün rahatsızlığı süresince kendisiyle ilgilenen birçok hekim oldu. Onlardan biri de Fransız hekim Profesör Fissenger. Kitabınızdan aktarıyorum: “Prof. Fissenger, Atatürk’ü son kez muayene ettikten sonra Fransa’ya dönmek istediğini bildirdi. Başbakan Celal Bayar ve diğer hükümet erkanı, bir hafta-on gün daha kalmasını rica edince Fransız profesör ilginç bir yanıt verdi: Bırakın döneyim. Bir gün daha kalacak olursam, ben onun dediklerini yapmaya başlayacağım. Öylesine tesiri altındayım”

Buradan Gazi Mustafa Kemal’in hekimlerin önerilerine kulak asmadığı sonucunu mu çıkarmalıyız?

– Yaşar Gürsoy:

“Bu konuyla ilgili bunu söylemek mümkün değil bence. Ama Atatürk çok zeki bir lider. Bilindiği gibi yurt dışına çıkmıyor. Yani cumhurbaşkanı olduktan sonra uzun yıllar İstanbul’a bile gelmiyor. Atatürk’ün yabancı doktor istememesinin nedeni aslında o dönemde Hatay sorununun olması..

– Yakınlarına “Böyle bir durumda bir ajan gelip benim hayatımı tehdit edebilir, hayatıma kast edebilir” diyor..

O nedenle yabancı doktor istemiyor. Hani diyorlar ya, “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” diye. Böyle bir klişe cümle. Yok böyle bir şey aslında.. Yaptığım araştırmalarda bunlara rastlanmıyor..

Ancak bazı durumlarda Atatürk, mealen söylüyorum “Yabancı doktorlara vermeyin, durum çok ciddi. Hatay sorununu çözmeden benim başıma bir şey getirmesinler” deyip  “Tetkikleri bizim Türk hekim arkadaşlara gösterelim” diyor. Atatürk ayrıca Fransız hekim Fissenger’ı da seviyor..

Profesör Hans Eppinger’i  ise sevmediğini bizzat söylüyor. Hatta Eppinger ile ilgili “Beni tavşana benzetti” diyor..”

Fransız hekim Profesör Fissenger / Fotoğraf: Wikimedia

– Yaşar Gürsoy:

“Atatürk Türk hekimleriyle ilgili de enteresan bir mektup yazıyor. Yazdığı kişi manevi kızı Afet İnan. O sırada Cenevre’de bulunuyor İnan. Aynen şunu söylüyor: “Vasiyetim şudur Afet. Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış, ilerlemiştir. Vakitsiz ayağa kalkmak, yürümek hususiyle bundan sonra yapılan bazı tetkiklere ne cevap vereceğimi bilemiyorum.” Bunu yazdığı tarih 14 Haziran 1938. Yani ölmeden öncesinde…

© The Independentturkish//Doğa Mengüç

🟢 ATATÜRK SİROZDAN DEĞİL, SITMADAN ÖLDÜ…
Bilim, Atatürk’ün ölümcül hastalığının alkolik siroz olabileceğini kabul etmemektedir.

✅ Artık bu yanlışı okul kitaplarından da acilen çıkarmak Türk Hükümeti ve TBMM için kaçınılması mümkün olmayan bir görevdir…

Atatürk’ümüzün sıtmadan öldüğü kesindir. Türk milleti Atatürk’ün alkolik sirozdan değil de sıtmadan öldüğüne dair belge, delil ve yayınlara kavuşmuştur…

Bu büyük insanın karşıtları ülkeler, devletler ve dahildeki işbirlikçilerinin Atatürk’ün ölümünü alkole bağlanmasıyla manevi kişiliğinin zedelenmesini amaçladıklarını söylemek, aklın ve bilimsel düşüncenin bir sonucudur…

Artık bu yanlışı okul kitaplarından da acilen çıkarmak Türk Hükümeti ve TBMM için kaçınılması mümkün olmayan bir görevdir…

Türk milleti artık Atatürk’ün sıtmadan öldüğünü öğrenmiş ve kabul etmiştir. Atatürk sıtmadan öldüğü halde, ‘alkolik sirozdan öldü’ diye tarihe gerçekdışı not düşen dahili ve harici bedhahlardan, bu yanlışı okul kitaplarından çıkarmayanlardan Türk milletinin hesap sormakla mükellef bulunduğu asla unutulmamalıdır…

DELİLLERİMİZ

Daha önemlisi ‘Atatürk alkolik siroz’ diye yanlış teşhis konulduğundan tedavisi de eksik ve yanlış yapılmıştır. Basit bir splenektomi (dalağın çıkarılması) uygulanmamış, artık uygulamadan kalkmış karındaki sıvıyı boşaltmak amacıyla salyrgan (civalı diüretik) kullanılmışdır.

Atatürk o sırada İsviçre’de buluna manevi kızı Afet İnan’a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu…

ATATÜRK:

‘Vaziyetim şudur, Yanlış görüş ve hükümler sebebiyle hastalığım durmamış ilerlemiştir.’ 

Atatürk’ün sıtmadan öldüğüne dair delillerimizi tekrar sıralayalım. Bu konuda en yetkili ve güvenilir kaynak Prof. Dr. Bedii Şehsuvaroğlu’nun kitabıdır.

Atatürk iki defa sıtma geçirmiştir. Samsun’a çıktığı zaman da sıtma nedeni ile İntaniye Uzmanı Tbp. Bnb. Refik Saydam tarafından tedavi edilmekte idi. 3 Ağustos 1938 tarihinde Atatürk’e aşağıdaki doktorların katılımı ile büyük ve önemli bir muayene ve konsültasyon yapılmıştır. Konsültasyon Heyeti: Dr. Bergaman, Dr. Epinger, Dr. Neşet Ömer İrdelp, Dr. Nihat Reşat, Dr. M. Kemal Öke, Dr. Mehmet Kamil, Dr. Süreyya Hidayet, Dr. Abramaya ve Dr. Akil Muhtar. Yapılan konsültasyon özeti aşağıdadır.

‘Atatürk’te asit yapmış siroz hali bulunduğu bunun nedeninin evvelce iki defa geçirdiği sıtmanın etkisinin ve payının bulunmadığının söylenemeyeceği, Hastanın ateşinin yüksekliğinin aynı hastalığın varlığı ile izah edilebileceği, Karaciğerin kosta (göğüs kafesinin alt kenarı) kenarlarını geçtiği dalağının büyük olduğu tespit edilerek aşağıdaki tedavi önerilmiş ve uygulanmıştır.’ 

Karındaki, asit salyrgan şırıngaları ile giderilmeye çalışılacaktır. 

2-3 defadan sonra karından ponksiyon yapılacaktır. 

3- Ateş için piramidon verilecektir. 

4- Kinin tedavisi yapılabilecektir 

5- Hafif müsekkin ilaçlar verilecektir. 

6- B vitamini verilecektir. 

Bu tespitler Atatürk’ümüzde mevcut olan sirozun daha evvel geçirdiği sıtma ile ilgili olduğu hususunda bir tereddüt bulunmadığını göstermektedir. Bu nedenle de kinin tedavisi uygulanmıştır. Atatürk için 1937-38 yılları içinde İstanbul eczanesinden 42 kutu kinin alındığı belgelenmiştir. (2) 

3 Ağustos 1938’de sıtma sirozu olan bir insanın 3 ay bir hafta sonra alkolik siroz olması mümkün değildir. Ayrıca dalağın büyük oluşu da kesinlikle alkolik siroza uygunluk göstermediği gibi alkolik sirozun olmadığının bir delilidir.

BİLİM KABUL ETMEMEKTE

Bilim, Atatürk’ün ölümcül hastalığının alkolik siroz olabileceğini kabul etmemektedir.

Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu : 

‘Türk halkı Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk’ün alkole bağlı siroz hastalığından öldüğünü bilir. Çünkü sirozun alkolden olduğuna inanır. Oysa bunun doğru olmadığı bu günkü bilgilerimize göre ortaya çıkmıştır…’

‘Atatürk Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç içki içmemiştir. İçki içtiği zaman bile hareketleri ve konuşma düzeni hiç bozulmamış, fikir ve düşüncelerini gayet sağlıklı bir biçimde ortaya koymuştur. Bu gözlemler bırakınız Atatürk’ün siroz olacak kadar içmesini, sarhoş olacak kadar bile içki içmediğini gösterir…’ (4)

🟢 ATATÜRK’ÜN SAĞLIK TAKVİMİ YAYIMLANMIŞTIR...

Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı, Hastalıkları ve Ölümü adlı kitabında Atatürk’ün sağlık takvimini yayımlamıştır.

Bu takvime göre…

• 1896 Manastır Askeri idadisine(ortaokuluna girişi ve sıtmaya yakalanması) 

• 20-22 Eylül 1915 sıtmadan yatması 

• 28 Ağustos 1918 Nablus’ta sıtmanın nüksetmesi. 

• 20 Eylül 1919 Atatürk’ün Sivas’ta sıtmasının nüksetmesi.

Görülüyor ki Atatürk’ün birden fazla sıtma geçirdiği konusunda da bir tartışma yoktur. 3 Ağustos 1938 günü bu hususu teyit ederek tedavi uygulanan Atatürk’ümüze 10 Kasım günü alkolik siroz demek ne bilimsel bir karardır ne de insafla, akılla, mantıkla bağdaşır bir karardır. Atatürk’ün ölüm raporunu imzalayan yabancı ve Türk doktorlarının 3 Ağustos konsültasyonunu yapanlar aynı kişilerdir. (1) Bir istisna ise Dr. Asım Arar’dır. 10 Kasım ölüm raporunda imzası vardır. 3 Ağustos’taki raporda imzası yoktur. 

 Op. Dr. Aytekin Ertuğrul

Odatv.com

KAYNAKÇA 

1- Prof. Dr. Bedii Şehsuvaroğlu: Atatürk’ün Sağlık Hayatı. Hür Yayınları 1981- İstanbul (Milli Kütüphane 1981-AD-1175) S. 26 ve 42 

2- Ogün Deli: Agoni: Lazer Ofset Yayınları. Ankara 2004 

3- Dr. Eren Akçiçek: Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü. İzmir Güven Kitapevi 2005

4-Kuva-yi Milliyede Yeni Ufuklar. Kasım -Aralık 1998- 277. Sayı

(*) Birlik Dergisi: TESUD Genel Merkezi yayın organı”

İLGİLİ HABER

https://www.cafemedyam.com/2019/10/29/ataturkun-olumsuzlugunun-sirri/

Click to comment

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

To Top
%d blogcu bunu beğendi: