
“Selahattin Demirtaş’tan ‘faşist’ portresi: Bir diktatör kolay yetişmiyor”
Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, İtalyan diktatör Benito Mussolini portresi yazdı..
Demirtaş: “Bir diktatör kolay yetişmiyor, faşistler faşist olarak doğmuyor” dedi.
Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, İtalyan faşist diktatör Benito Mussolini portresi kaleme aldı..
Demirtaş:
“Velhasıl, bir diktatör kolay yetişmiyor, faşistler faşist olarak doğmuyor. Onları el birliğiyle var eden suç ortakları mutlaka oluyor..”
“Demirtaş’ın Mussolini portresi…”
“Eminim, bazı savcılar başlığı görür görmez yeni bir dava açmak için heyecanlanacaktır. Umarım hevesleri kursaklarında kalmaz ve Mussolini’ye hakaretten bana dava açarlar çünkü kısa bir portresini sunacağım diktatör Mussolini’dir..
Gerçi Mussolini yerine istediğiniz ismi koyarak da okuyabilirsiniz yazıyı ama o zaman da sorumluluk bana ait olmaz herhalde. O sizin fetbazlığınızdır artık sevgili okur..
Bu yazıda ağırlıklı olarak Baykuş dergisinin Nisan 2018’de yayımlanan 38. sayısından alıntılar yapacağım..
Derginin Mussolini’ye ayırdığı bu sayıda kısa ama özlü bir diktatör portresi çizilmiş. Okumayanlarınız çoğunluktadır mutlaka. Dergide emeği geçen herkese teşekkür ederek ve gıyaben aldığımı kabul edeceklerini umduğum izinle sizlerle paylaşıyorum…
*Numune olarak ele alacağımız faşist diktatörümüz, 1883 yılında İtalya’da doğdu. Elbette doğduğunda faşist değildi, her bebek gibi son derece masum, sevimli bir bebekti..
*Gençliğinde, askerlikten kaçmak için kendisini İsviçre’ye attı. Hitler ile birlikte, başta Avrupa olmak üzere dünyayı kasıp kavuran bu büyük komutanın (!) ilk askeri eylemi, askerlikten kaçmaktır..
*Kant, Nietsche, Spinoza, Kropotkin, Hegel, Kautsky, Sorel gibi düşünürleri okudu ama hiçbirini tam olarak benimsemedi. Hepsinden biraz, ortaya karışık bir siyasi görüş sahibi oldu. Teorideki eksikliğini hitabet yeteneği ve cazibesiyle kapattı..
*Kültürel bakımdan yenilenmiş Mussolini, 1904 yılında vatanına yani İtalya’ya döndüğünde Sosyalist Partiye üye oldu. Askerlikten kaçmaktan vazgeçip askerliğini de yaptı ve sonra kendisini tümden siyasete adadı. Ancak onun sosyalizmi de kültürü gibiydi; bulanık, belirsiz, ortaya karışık..
*Krala, dine, kiliseye, militarizme, reformizme saldırmada uzmanlaştı. Aynı zamanda sıkı bir savaş karşıtıydı. İtalya’nın 1911’de Libya’yı işgaline karşı halkı isyana çağırdı. Bundan dolayı yargılandı, beş ay hapis cezası aldı ve cezaevinden siyasetin parlayan yıldızı olarak çıktı. İlginç bir benzerlik, değil mi? O gün sosyalist liderlerden biri onu, “Mussolini, sen İtalyan sosyalistlerinin ‘duce’sisin” (1) diye selamladı. Mussolini, birkaç yıl sonra faşistlerin ‘duce’si olacaktı ama bunu henüz kendisi de bilmiyordu..
*Çeşitli sosyalist gazetelerde çalıştıktan sonra Sınıf Mücadelesi adını verdiği kendi gazetesini çıkardı. Gazetenin büyük başarı yakalaması, artık ülke çapında tanınan bir siyasi figüre dönüşmesini sağladı..
*1912’de, İtalyan Sosyalist Partisinin resmi yayın organı ve Avrupa solunun en etkili gazetesi Avanti’nin yayın yönetmenliğine getirildiğinde 29 yaşındaydı. Öylesine ateşli bir söylem tutturdu ki, gazetenin satışları iki katına çıktı. Sosyalist Partiye can geldi, devrim ihtiyacını körükledi. Mussolini artık sadece İtalya’nın değil, tüm Avrupa’nın önde gelen sosyalist liderlerinden biriydi. O yıl ölseydi Avrupa solunun büyük isimlerinden biri olarak geçecekti tarihe. Ne yazık ki o yıl ölmedi..
Fırsatçılığı ruhuna işlemiş olan Mussollini, Birinci Dünya Savaşı öncesinde acayip bir değişim geçirdi ve savaşı desteklemeye başladı. Avrupa’da pek çok sosyalist parti ve lider savaşı destekliyordu aslında. Ama onu diğerlerinden ayıran, savaş yanlısı olmanın ötesinde milliyetçi bir yol izlemeye başlamasıydı. Sosyalizm gömleğini çıkarıyordu yani. Tanıdık geldi mi?
*Mussolini’nin tavrı, partisinde ve gazetesinde şaşkınlıkla karşılanıyordu. İçten içe, “biri buna rüşvet mi verdi” diye konuşuluyordu. Ama o, “Ben partiye on iki yılımı verdim, kimse benim sosyalistliğimi sorgulayamaz. Ben bir sosyalistim ve hep de öyle kalacağım [elhamdülillah]” diyordu. Buna rağmen partiden de gazeteden de kovuldu..
*Mussolini bir daha kendine gelemez zannedilirken acayip bir şey oldu, İtalya’nın Avusturya’ya savaş açmasını isteyen bir yayıncı ile bir silah şirketinin mali desteğini alarak İtalyan Halkı adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Gazetenin ilk amacı, devrimcileri savaşa ikna etmekti. Orta sınıf gençlere hitap eden yeni bir hareketin ilk işaretlerini de buradan verdi. Kısa sürede bu gençlerin ulusal sözcüsü haline geldi. Enternasyonalizm yerine milliyetçiliği, antimilitarizm yerine militarizmi, devrim yerine burjuva devletin restorasyonu ikame ettiği ilk faşist programını şekillendirmeye de burada başladı. İtalyan işçi hareketi için Mussolini bir hain ve dönekti artık. Davasını satmıştı. (Elhamdülillah.)
*İtalya, Birinci Dünya Savaşına girince Mussolini orduya katıldı. 1917’de eğitim sırasında yaralandı ve gazi sayıldı. İleride, savaş artığı askerleri etrafında toplamak için bu gazilik çok işine yarayacaktı. Resmen Allah’ın lütfu.
Okumaktan sıkılmadıysanız biraz daha devam edelim. Sonuçta, bir diktatör kolay yetişmiyor!
*İtalya savaştan galip çıkmasına rağmen İngiltere ve Fransa gibi büyük emperyalist ülkelerin oyununa gelmiş, savaştan beklediği ganimeti alamamıştı. Üstelik İtalya 500 bin askerini kaybetmiş, toplum tam bir yıkım ve sefalete sürüklenmişti. Ülkede öfke ve karmaşa hakimdi. Mussolini’nin, “siperlerin sosyalizmi” diye ifade ettiği İtalya için savaşan askerler, yine ona göre aynı isimle bir rejime dönüşmeli ve ülkenin gelecekteki yöneticileri olmalıydı. Mussolini asıl kariyerini işte bu iklime borçluydu ve ağzındaki baklayı çıkardı, İtalya’nın kaostan çıkabilmesi için acımasız ve enerjik bir diktatörün gerekli olduğunu ilan etti..
*Aslında açıkça kendisi tarif ediyordu ama savaştan sonra iki yıl küçük ve etkisiz bir hareketin lideri olarak kaldı. Liderliğini yaptığı topluluk da kendisi gibilerden oluşuyordu; emekli askerler, gaziler, dönek sosyalistler vs. İşte ilk faşist örgütünü de Milano kentinde, böyle 200 kişiyle kurdu: Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı. Bu örgüt daha sonra Ulusal Faşist Partisi adıyla partileşecekti..
*1919 yılındaki bir konuşmasında, “Sosyalizm artık öldü. 20. yüzyıl faşizmin çağı olacak” diyordu. Aynı yıl, “eylem mangaları” denilen milis hareketini kurdu. (Sedat ve SADAT’ları anımsatıyor.) Kara Gömlekliler adı da verilen bu milisler eski askerlerden, militan gençlerden, polis teşkilatında yuvalanmış faşistlerden oluşturuldu ve Mussolini’nin ihtiyaç duyduğu terörü yaymakla görevlendirildi. Mussolini ilk önce bunları grevci işçilere, sosyalistlere ve direnen köylülere saldırttı, bolca kan döktürdü ve bu iç savaşta çoğu solcu iki bin kişi yaşamını yitirdi..
*Mussolini’nin bu barbarlığı kilise, sanayiciler, toprak sahipleri, ordu, kral ve kilit yönetici sınıflar tarafından desteklendi. Liberaller de bu suç ortaklığının mimarı oldu. Bu aptallığın yegane nedeni sosyalizm korkusuydu. Çok sayıda polis, kamu görevlisi, yargı mensubu ve parlamento üyesinin faşizme sıcak bakmalarının nedeni de aynı korkuydu. Grevler yaygınlaşmış, Torino’da işçiler, Po Vadisinde köylüler hızla sosyalizm saflarına geçmekteydi. Yönetici sınıflar ve kaymak tabaka ya devrim ya diktatörlük ikilemiyle karşı karşıya kaldılar ve diktatörlüğü tercih ettiler..
*Bu koşullarda yapılan seçimlerde Mussolini’nin Ulusal Faşist Partisi ancak 35 milletvekili çıkarabildi. Oysa Mussolini hırsla iktidarı istiyordu..
Aradığı fırsatı 1922 yazında yakaladı. İşçilerin genel grevine karşı Mussolini, Kara Gömleklileri grev kırıcı olarak kullandı, faşist milisler grevdeki işçilere saldırdılar. Mussolini küçük bir partinin lideri olmasına rağmen etkinliğini kanıtlıyordu. Artık bir seçime gerek yoktu, iktidar dayatılmalıydı..
*İşte tam bu ortamda, Ekim 1922’de 40 bin faşist Napoli’de toplanarak dört ayrı koldan başkent Roma’ya yürümeye başladı. Her yürüyüş kolunun başında bir faşist lider vardı. Mussolini yürüyüşe katılmayıp Milano’da bekledi. İşler ters giderse sınırı aşıp İsviçre’ye kaçacaktı. Fakat yine Allah’ın lütfu gibi bir şey oldu ve Mussolini’nin korkudan katılmadığı yürüyüşü düzenin egemenleri destekleyince İtalya Kralı, Mussolini’ye hükümet kurma görevi verdi. Sermaye sahipleri ve egemenler, o çok ihtiyaç duydukları, düzeni sağlayacak adamı nihayet bulmuşlardı. Bu arada sonradan, Mussolini, Roma Yürüyüşü olarak bilinen bu yürüyüşe sanki katılmış gibi sembolik bir tören yaptırıp bir de fotoğraf çektirdi..
O dönemde, Almanya’da Adolf Hitler de Mussolini’den ilham alarak Almanya’da kendi faşist rejimini inşa etmeye hazırlanıyordu. Yıllar sonra başka biri, her ikisinden de ilham alacaktı..
*Mussolini sadece Roma Yürüyüşüyle değil, grevci işçilere saldırarak, onları öldürterek, iktidara cinayetlerle yükselmişti. İktidarda kalabilmek için artık daha çok cinayet işletecekti. İtalya halkı onu seçmedi belki ama ona karşı da direnmeyerek faşizmi kabullendi, normalleştirdi..
*Sonra ne mi yaptı? Seçim yasasını değiştirdi. 1924’te hileli seçimlerle iktidarı tümden ele geçirerek meclis çoğunluğunu elde etti. Sosyalist lider Giacomo Matteotti’yi öldürttü, siyasi partileri yasakladı, muhalefeti yok etti. Parlamentoyu etkisizleştirdi, hükümeti denetleyen tek bir organ bırakmadı. Basını kontrol altına aldı, rejimi eleştirenleri vatandaşlıktan çıkardı, en sert yasalarla diktatörlüğünü pekiştirdi. Daima patronlardan yana oldu. Halk yoksullaştı, çok büyük servetler biriktiren bir zenginler sınıfı oluştu. İtalyalı işçilerin geliri, İngiltereli işçilerin üçte biri kadardı. Mussolini ekonomik sorunları görmezden geldi, siyasette olduğu gibi ekonomide de uçuk projeler geliştirdi. “Ekonominin kitabını yazdık” veya “Faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” falan dedi mi, bilemiyorum artık..
*1932 yılında, iktidarının 10. yılında, rejimi saran yolsuzluk ve ahlaksızlıkları, şiddet ve baskıyı, ekonomik çöküntüyü gizlemek için yeni bir sihirbazlık yaptı ve “yeni Roma” hülyasını ortaya attı. Yeni Osmanlıcılık gibi bir şey. Rejimden hoşnutsuzlukları dışarıya havale etmenin bir yolu olarak Habeşistan’ı işgal etti. Kimyasal gazların da kullanıldığı bombalamaları toplama kampları izledi. Acımasız bir soykırım gerçekleştiren faşizm, Avrupa’da uygulamaya başlayacağı kıyımın da provasını yapmış oldu..
*Mussolini İtalya’yı İkinci Dünya Savaşına da soktu ama kaybetti. 1943’te istifaya zorlandı. Faşist rejim, kurulduğundan bile hızlı çöktü. Savaşın son günlerinde bir Alman üniformasıyla, Alman askerlerinin arasında ülkeden kaçmaya çalışırken partizanlar tarafından yakalandı. Sonunun ne olduğunu yazmayayım..
Velhasıl, bir diktatör kolay yetişmiyor, faşistler faşist olarak doğmuyor. Onları el birliğiyle var eden suç ortakları mutlaka oluyor. Mesela Mussolini’yi liberaller, muhafazakarlar, devletçi elitler, büyük toprak sahipleri, kilise babaları el birliğiyle yarattılar..
Uluslararası güçlerin desteğini de unutmayalım tabii. Örneğin ABD’de Roosevelt’in ve ABD medyasının hayranlığı ve desteği açık açık ilan ediliyordu..
ABD’de o yıllarda çok sevilen bir şarkının sözleri şöyleydi:
Sen ne büyüksün
Sen büyük Houdini’sin (2)
Sen en büyüksün
Sen Mussolini’sin
O kadar “büyüktü” ki Mussolini, ABD basınında, “Amerika’ya da böyle bir lider gerekiyor” diye manşetler atılıyordu..
Yine aynı basına göre o modern Sezar’dı.. Yönetim anlayışında yeni ideali temsil ediyordu, bir kültür kahramanıydı. Habeşistan’ı işgal edip katliam yapmışsa da o zenciler Habeşistan’ı boa yılanlarından nasıl teslim aldılarsa Mussolini’nin de o toprakları onlardan alma hakkı vardı. (3)
ABD çelik endüstrisinin bir numarası US Steel’in başkanına göre dünyanın yaşayan en büyük adamıydı.. New York Times’a göreyse doğru diktatörü bulmak şartıyla da olsa diktatörlük en güzel yönetim şekliydi ve bu açında İtalya halkı ne kadar da şanslıydı! İnsanın gözüne baktı mı cinayetleri şıp diye teşhis edebildiği söylenen Freud bile, bu “yönetici ve kültür kahramanını selamlamaktan geri durmamıştı..
Sonuç olarak tarih, yaşadığımız anda gizlidir..
Hepinize sevgiyle, saygıyla.
Duvar// Selahattin Demirtaş
(1) İtalyancada lider, şef
(2) Harry Houdini, 1874-1926 arasında yaşamış olan, dünyanın en bilinen illüzyonistlerinden.
(3) Bir IŞİD saldırısında yaşamını yitiren Çağrı filminin yönetmeni Mustafa Akad’ın yönettiği, Anthony Quinn’in başrolünü oynadığı, Habeşistan’ın İtalya işgaline direnişini anlatan Ömer Muhtar adlı bir filmi izlemenizi tavsiye ederim.”
“Edirne Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Washington Post’a yazdı…”

Demirtaş:
“Erdoğan, küçük düşürücü bir yenilgiye uğradı. Seçimlerin sonucu Türkiye halklarının barış içinde ve demokratik bir şekilde birlikte yaşamak istediklerini onaylamaktadır.”
(…) Küçük düşürücü bir yenilgiye uğradı
”31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimler, Erdoğan başta olmak üzere bütün yönetim eliti için önemli mesajlar içeriyor. Seçimleri haklı olarak bir referandum olarak gören Erdoğan, küçük düşürücü bir yenilgiye uğradı. Partisi, ülkesinde siyasi kariyerine başladığı, kendi şehri olan İstanbul dahil olmak üzere, ülkedeki en önemli beş büyükşehir belediyesinde kontrolünü kaybetti.”
(…) İslami değerler ve ahlaktan uzaklaştılar
”Erdoğan’ın iktidardaki AKP, son yıllarda yalnızca demokrasiden değil, aynı zamanda gerçek İslami değerler ve ahlaktan da uzaklaştı. Erdoğan, partisiyle ilişkilendirilen yolsuzluk, adaletsizlik ve tiranlık eleştirilerine kulak tıkadı. Şu anda kibrinden dolayı ağır bir siyasi faturayla karşı karşıya.”
Demirtaş:
”Halihazırda devam eden ekonomik krizin önüne geçmenin yegane yolu, acilen demokratik ve politik reform uygulamaktır. Ancak Erdoğan’ın merkezinde durduğu mevcut siyasi yapının sicili, bunun için gerekli irade, kapasite veya cesarete sahip olmadığını gösteriyor.”
“Kürtler şiddet ve savaştan usandılar…”
”Erdoğan’ın muhaliflere ve özellikle de Kürt halkına yönelik ayrıştırıcı politikaları, toplumun kutuplaşmasını artırıyor. Kürtlerin büyük çoğunluğu diğer halklarla barış içinde yaşamak istiyor; şiddet ve savaştan usandılar. Evet, Kürtlerin daha fazla demokrasiye ihtiyaç duyduğu, bir dizi politik, toplumsal ve kültürel talepleri olduğu doğrudur. Muhalefetteki bizler bu amaçların yerine getirilmesi için çalışmaya söz verdik. Ancak, bu taleplerin sağlanamamasının ana sorumlusu Erdoğan ve iktidar partisidir.”
Bir sonraki seçimler son darbe (…)
”Seçimlerin sonuçları, sadece partimizin değil tüm Türkiye halklarının barış içinde ve demokratik bir şekilde birlikte yaşamak istediklerini onaylamaktadır. Otoriterliğe ve tek kişilik yönetime karşı çıkıyorlar. Erdoğan’ın bunu anladığını umuyoruz. Bunu yapmazsa, bir sonraki seçimler ona son darbeyi vurabilir.”
”Partimizin tüm üyeleri, hapishanede olanlar da dahil olmak üzere, demokratik ve barışçıl direnişe olan inancımızı yitirmeden çalışmaya devam edecektir. Türkiye için aydınlık ve demokratik bir geleceğe inanıyoruz. Bu seçimlerin yol gösterdiğine inanıyoruz. Hükümet otoriter seyrini sürdürürse daha derin siyasi ve ekonomik krizlerin yaşanacağından endişe ediyorum.”
Uluslararası toplum (…)
”Uluslararası toplumu, Türkiye’yi demokrasi ve barış yolunu seçmeye teşvik etmeye çağırıyoruz. Biz Türkiye halkları olarak, birçok farklılığımıza rağmen sorunlarımızı tartışarak çözebileceğimizi gösterebilmeliyiz. Anadolu ve Mezopotamya tarihi bize çoğulculuk içinde birçok birlik örneği göstermektedir.”
BARIŞ…
”HDP’liler ve Kürtler her zaman barışa hazır olacak. Başarılı olacağımıza inanıyorum. Toplumumuzun tüm kesimlerini bir araya getirerek, güçlü bir demokrasiye ve ekonomiye sahip bir ülke yaratacağız. 31 Mart seçimleri bize yolu gösterdi.”
“Atatürk’ün heykeltıraşı Musollini’nin ajanı mıydı?”
Ünlü İtalyan sanatçı Pietro Canonica, Atatürk’ün günlük rutininden özel hayatına kadar Mussolini’ye birçok detay aktarır..
Özel hayatı ile ilgili Avrupa’daki şayiaların aksine, Paşa’nın hakkında yapılan yorumların çoğunun dedikodu olduğunun altını çiziyor..
Ünlü İtalyan sanatçı Pietro Canonica İstanbul ve Ankara’da yaptığı Atatürk büstleriyle kamuoyu tarafından biliniyor.
Canonica’nın yaptığı ilk Atatürk büstü, bugün Etnografya Müzesi önünde bulunan ve Mustafa Kemal Paşa’yı bir Roma İmparatoru edasıyla betimlediği çalışmadır.
Öte taraftan Canonica’nın en bilinen çalışması ise Taksim Meydanı’ndaki Cumhuriyet Anıtı’dır. Bu anıt büyük bir servete mal olmuş ve parası ise esnaftan toplanmıştı..
Açılışta İtalya’nın yükselen yıldızı Mussolini, Reis-i Cumhura samimi mesajlar gönderecekti, Atatürk de bu mesaja benzer duygularla mukabelede bulunacaktı..

Bu heykel ile ilgili tartışmalar hiç bitmemiştir..
Atatürk ile İnönü’yü yarıştıran bir kesim oraya İnönü büstü yapmayı denemiş, heykel zaman zaman saldırıya uğramış ve hatta Ermeni bir terzi heykeldeki Atatürk’ün ceketinin yanlış iliklenmesi nedeniyle yıkılıp baştan inşa edilmesini talep etmişti..
Merhum Semavi Eyice Hoca’ya göre Ankara Ulus’taki Kurtuluş Savaşı Anıtı’ndaki Mehmetçiklere Alman Miğfer giydirildiği göz önüne alınca bu hatayı çok büyütmenin bir anlamı yoktu..

Canonica’nın bilinen son büyük çalışması da İzmir’deki meşhur Atatürk heykelidir. Bu çalışmaların açılışına bizzat İsmet İnönü de katılmış ve Atatürk’ün ölümünden sonra tamamlanmış çalışmadır..
YILLAR SONRA ORTAYA ÇIKAN BİLGİLER
1982 yılında Roma Büyükelçimiz Hamit Batu’nun ilk fark etmesiyle Canonica’nın Türkiye ve Atatürk’e dair notları keşfedildi..
Semavi Eyice bu haberi aldıktan sonra konuyu derinlemesine araştırdı ve ucu Mussoline’ye ulaşan birçok sıra dışı bilgiye ulaştı..
Elbette Canonica çok büyük sanatçıydı ve çalışmaları yalnızca Türkiye’de değil bütün dünyada biliniyordu. Mısır Kralı Fuad ve Irak Kralı Faysal da Canonica’ya devasa büyüklükte tunç heykellerini yaptıracaktı..
Canonica’nın hayatta olan büyük devlet adamlarının eserlerini yapması onu siyasete yakınlaştıran bir unsurdu..

“Atatürk ile tanışma”
Canonica, Türkiye’ye gelmeye çok hevesli değildi; ama devlet ricalinden gelen baskılar neticesinde İtalya’dan ayrılıp önce İstanbul’a ardından da büstünü yapmak üzere 1926 yılında Ankara’ya Atatürk’ün huzuruna geldi..
Canonica:
“Ankara’da Kemal Paşa kelimenin tam anlamıyla bir burjuva evi zevkle ama lüksten uzak döşenmiş mütevazı bir saraycık olan ikametgâhında beni sade bir şekilde kabul etti..”
Canonica ve Atatürk bu çalışma sırasında yakın bir dostluk kurmuştu, çalışma bittiğinde Atatürk şunları söyleyecekti:
“Aynaya baktığımda büstümü görüyorum. Bittiğine üzüldüm, Canonica’yı görmek beni memnun ediyordu..”
Canonica, büstün yapımı sırasında Atatürk ile siyasetten sanata varıncaya kadar birçok mesele hakkında yakından konuşma imkânı bulmuş ve ikili arasında iyi bir dostluk inşa edilmişti.
Oysa Canonica’nın tek dostu Atatürk değildi..
İtalya’nın Faşist Diktatörü Mussolini de Canonica’nın yakın dostuydu ve Duce, Atatürk ile arasındaki tüm konuşmalarla fazlasıyla ilgileniyordu..

“Canonica’nın Mussolini’ye Atatürk raporları“
Canonica’nın Mussolini’ye hazırladığı raporlarda “zatı alinizin benden istediği bilgileri şu kısa raporumda vermeye çalışacağım” ifadeleriyle başlaması Türkiye’de bulunduğu süre zarfında bir misyon ile çalıştığına dair şüpheleri güçlendirmektedir..
Elbette Canonica için doğrudan bir ajan veya istihbaratçı yakıştırması yapmak doğru olmasa da başta Atatürk olmak üzere Türkiye hakkında siyasi raporlar hazırladığı gerçeği ortadadır..
İtalya’nın İstanbul işgali sırasında işgalcilerden farklı bir politika izlemesinin Türkler arasında İtalya’ya karşı bir teveccüh oluşturduğunu belirten Canonica, Türkiye’yi müstakbel bir müttefik olarak resmetmektedir..
Hepsinden önemlisi Atatürk hakkında en ufak psikolojik detayları dahi dikkatle Duce’ye aktaran Canonica, Paşa’yı çok acı çekmiş bir kimse olarak etraflıca tasvir etmektedir..
Elindeki tüm imkânlara rağmen mütevazı bir hayat yaşamasına ise büyük bir hayretle yaklaşmaktadır..

Atatürk’ün günlük rutininden özel hayatına kadar Mussolini’ye birçok detay aktarır. Özel hayatı ile ilgili Avrupa’daki şayiaların aksine, Paşa’nın hakkında yapılan yorumların çoğunun dedikodu olduğunun altını çiziyor..
Atatürk’ün Orman Çiftliğindeki çabalarını ise beyhude bir uğraş olarak tanımlayan Canonica, böylesi bir uğraşla neden bu kadar vakit ve para kaybettiğini anlamakta güçlük çektiğini belirtiyor..
Sanatçı, Atatürk’ün birçok düşmanı olmakla beraber güçlü bir siyasi sistem kurduğunu ve bu anlamda kolay kolay otoritesinin sarsılamayacağını belirterek esasen son derece politik yorumlar yapıyor..
Bu yorumlardan hareketle Atatürk ile uyum sağlanamazsa muhaliflerin desteklenmesinin çok da verimli sonuçlar doğurmayacağına dair çıkarsamalar da mümkündür..
Sanatçının bir diğer önemli siyasi yorumu Musul Meselesi ile ilgilidir. İngiltere’nin bu sorunu körüklediğini ve İtalya’nın doğru pozisyon alması halinde Türkiye ile çok yakın ilişkiler kurabileceği belirtiliyor..
Canonica’nın yalnızca siyasi değil, askeri yorumlarda da bulunması son derece dikkat çekicidir;
“Kara kuvvetleri en küçük yerlerde bile iyi donatılmış, bakımlı ve disiplinli Avrupa’nın en iyi ordularına verilen karavana seviyesinde karavanların verildiğini “gördüm.
Atlı birliklerden topçu güçlerine kadar birçok detaya giren Canonica, Türk ordusunun potansiyelinden uzun uzun söz etmektedir..
Canonica, Türklerin Avrupalılarca işgal edilme korkularını diri tuttuğunu ve bu sebeple her an çıkabilecek bir savaşa karşı hazır olduğunu vurgulamaktadır..
Canonica, İtalya’ya döndükten sonra Türkiye hakkında birçok çalışma yapmış ve kamuoyunun Türklere yönelik algısının değişmesinde önemli katkılar sunmuştur.
Faşist yönetime yakınlığı ile bilinse de savaştan sonra da çalışmaları için özgür bir ortam bulmayı başarmıştı..
Öyle ki 1950 yılında İtalyan Senatosuna seçilmiş ve politik olarak korunmuştu. Türkiye’de yaptığı çalışmalarla bilinse de Mussolini ile arasındaki yakın hukuk 1982 yılına kadar gölgede kalmış bir konuydu..
Mussolini’nin Türkiye siyaseti inişli çıkışlı bir politika izlemişti..
Yunanlılarla yapılan savaşta “Yükselen Ay” isminde bir makale yazarak Türkiye’nin mücadelesinin yere göğe sığdıramayan Duce, Rodos’a asker yığarak her an Türkiye’yi işgal edecek bir pozisyon izlemesi nedeniyle Atatürk tarafından pek sevilmemiş bir lider portresi çizmişti..
Öyle ki Türkiye’nin Musul’a olası bir askeri operasyona girişmesi durumunda İtalyanların çıkacak krizden yararlanarak Batı Anadolu’yu işgal edecek geniş bir plan hazırladığı Ankara tarafından biliniyordu..
Nitekim Mussolini o günlerde Ankara’yı şu sözlerle tehdit ediyordu:
“Türkiye hükümetine Avrupa’ya karşı perverde ettiği husumet kabuğundan çıkmasını tavsiye ederiz. Bu hükümet kendisine yardım edecek olanların iktisadî ve ırkî teşrikini kabul etmelidir. Sonsuza kadar Akdeniz havzasında vâki olan bir memleket kapılarını Akdeniz ahalisine açmalıdır. Bu memleket, yalnız bu Akdeniz ahalisinin ölüme mahkûm kalması şartı ile Türkiye’nin olabilir..”
1927 yılında ise iki ülke bir saldırmazlık paktı imzalayarak husumeti kenara bıraktı. Atatürk anlaşmayı şu sözlerle yorumlayacaktı:
“İtalya ile imzalanan muahedenin iki memleket arasında emniyet havasını takviye etmesi iki komşunun samimi niyetlerini göstermesi itibarıyla takdir ve tasvibinize lâyık olması kuvvetle memuldür..”
Şüphesiz bu gerilimli günlerde, Canonica’nın Türkiye ve Atatürk hakkında yazdığı raporlar Mussolini üzerinde önemli tesirler yaratmıştı..
Sonucuna rağmen bir sanatçının böylesi çalışmalar içine girmiş olması okuyanı şaşırtacak cinsten bir durum arz ediyor..
© The Independentturkish//Mehmed Mazlum Çelik
**Daha ayrıntılı bir okuma için Semavi Eyice’nin “Atatürk ve P. Canonica” isimli çalışması incelenebilir.
İLGİLİ HABER