Bir şeytanlar vardır, bir de şeytanın hizmetkârı oldukları için şeytanlaşanlar.
Hukuk, siyaset ve edebiyatla ilgilenen kişiler, Dreyfus Davası’nı bir şekilde duymuştur .
Dreyfus: Bir dava, iki kitap
Nerede ve ne zaman olursa olsun, kitle, şeytan sever. Şeytanlaştırma kitle için bir şekilde kurtuluştur, arınmadır; sorumluluktan kurtulma, kendini tertemiz, pirüpak yeniden inşa etmektir

Dreyfus Davası:
“Geçmişte, Fransa’da, Dreyfus adında bir subay, antisemitik gerekçeler ile haksız bir şekilde vatan haini ilan edilmiş, Émile Zola gibi aydınların bu konuda müdahil olmasıyla haksızlık ortaya çıkmıştır.”
Robert Harris’in Subay ve Casus’unu kısa süre önce okuyana dek, Dreyfus Davası hakkında yukarıdaki kısa özet bilgiden başka bir şey bilmiyordum. Okurken biryandan meselenin derinliğini görme imkânı buldum, diğer yandan ise kişisel deneyimlerime paralel bir anlatımı görmenin verdiği dehşeti yaşadım.
Dreyfus Davası, 19. yüzyılın sonunda Fransız siyasetini sarsmış ve bunun la birlikte yüz yılı aşkın süredir ırkçılık, hukuk güvenliği, hukuk devleti, siyasî yozlaşma çerçevesinde sürekli atıf yapılan bir olay.
Bir asır önce, bambaşka bir coğrafyada gerçekleşmiş bu olayı bugün, burada da konuşmayı gerektiren, zihniyetler ve kurumlar arasındaki benzerlik dir.
”Tıpkı Dreyfus Davası’nda olduğu gibi, hukuk, her türlü şeytana karşı yürütülen kutsal mücadelede ayak bağıdır.’‘ Bence yanlış formüle edilmiştir. Kördür…
Nerede ve ne zaman olursa olsun, kitle şeytan sever. Şeytanlaştırma kitle için bir kurtuluştur, arınmadır; sorumluluktan kurtulma, kendini tertemiz, pirüpak yeniden inşa etmektir.
Kitlenin şeytanlara karşı sorumluluğu yoktur.
”Komşunuza karşı sorumluluklarınız vardır ama komşunuz şeytansa bütün sorumluluklarınız düşer.”
Dreyfus’a karşı sorumluluk hissetmez davanın aktörleri, hatta halkın yarısı…
”İnsana, insan olması hasebiyle borçlarınız vardır; şeytanlaştırılmış insanın alacağı olmaz.”
”Mülkiyet hakkına saygı duyulması gerektiğini söyleyebilirsiniz; şeytan malik olamaz. Bu yüzden şeytanın haksız yere sahip olduğu mal varlığı öncelikle konuşulması gereken bir mesele hâline gelir, tıpkı Dreyfus’un ailesinin serveti gibi, tıpkı her haine karanlık odaklardan paralar yağdığına inanılması gibi.”
”Şeytanlaştırılmış insan/grup niye böyledir, çünkü şeytandır; şeytanlaştırılmış insan/grup yarın ne yapacaktır, bilinir, çünkü şeytandır.”
”Dreyfus artık eski Dreyfus değildir, şeytandır. Şeytana karşı sorumluluk yoktur ama şeytan her şeyden sorumludur.”
”Şeytan olmayanların bütün dertleri tasaları, grubun içinde bulunduğu olumsuz koşullar veya bir türlü gerçekleşmeyen hayaller; hastalıklar, huzursuzluklar, dengesizlikler, başarısızlıklar; külliyen bütün noksanlıkların yanında arzuların gerçekleşmemiş olması bütün hepsi şeytanların suçudur.”
”Fransa Almanya’ya yenilmiştir mesela, çünkü Dreyfus ve temsil ettiği Yahudiler Fransa’da yaşamaya devam etmektedirler. Şeytandırlar!”
Dreyfus Davası’nı yaşamaya devam ediyoruz çünkü şeytan olmak kolaydır.
- Bir hakiki şeytanlar vardır, bir de şeytandan farkı olmadığı için şeytan olanlar.
- Bir doğuştan şeytan olanlar vardır, bir de bile isteye şeytan olanlar.
- Bir şeytanlar vardır, bir de şeytanın hizmetkârı oldukları için şeytanlaşanlar.
- Bir bile isteye şeytana hizmetkârlık ettiği için şeytanlaşanlar vardır, bir de şeytanın işine yarar bir şeyler söylediği için şeytanlaşanlar.
- Bir şeytanlar vardır, bir de şeytana şeytan demediği için şeytan sayılması gerekenler.
- Bir şeytanlar ve şeytanlaşanlar vardır, bir de şeytana sabah akşam lanet etmediği için şeytanlığını saklayanlar.
- Esasında bir şeytan vardır, bir de şeytanın düşmanları.
”Dreyfus, ailesi, dostları, onun hakkını şu veya bu şekilde savunan herkes, nihayet Dreyfus’a düşman olmayanlar, hepsi birden şeytandır.”
Kitle düşman sever ve şeytan düşmandır, bu yüzden de düşman hukukuna tabidir. Sırf varlığı bile sorundur.
- Uzaklaştırılmalı,
- Sürülmeli,
- Etkisizleştirilmeli; yoksulluğa, yalnızlığa, mümkünse ölüme mahkûm edilmelidir.
- Düşmanla mücadele edilmelidir. Mücadelenin yeri, zamanı, sınırı yoktur. Düşman, kitlenin varlığına tehdittir.
- Düşmanın varlığı, herkesi asker, herkesi görevli kılar. Kimsenin düşmanla savaşmak için görev vermesi gerekmez.
- Kitle şeytan karşısında her daim silah altında, her an sınır nöbetindedir.
Tıpkı Dreyfus Davası’nda olduğu gibi, hukuk, her türlü şeytana karşı yürütülen kutsal mücadelede ayak bağıdır.
Şeytanın şeytanlığını göremez.
- Hakkı olmayana hak verir.
- Borcu olmayana borç çıkarır.
- Vatan hainlerini serbestçe sokağa salarken, vatanperverlerin elini kolunu bağlar, üstüne bir de cezalandırır.
Hâlbuki hukukun gözü, kitlenin kendisini özdeşleştirdiği devletin, vatanın menfaatini korumak üzere açılmalıdır.
Hukukun ayak bağı olmasını engellemek için yapılması gereken: Hukuk aktörlerinin hukukun gözü, kulağı, eli, ayağı olmasını sağlamaktır.
Kanun kitaplarına gömülmüş, ofisinde yalnızlık çeken, önüne birbirleriyle çelişen iddialar gelmiş savcı veya yargıç, bu gözü açık hukuk işleyişinde esasında çaresizdir. Savcıya ve yargıca yardımcı olmak gerekir.
Hatta bir de devletin menfaatlerini göz ardı eden, oturduğu makama layık olmayan, devletin bütün imkânlarından yararlandığı hâlde onu korumak için harekete geçmek istemeyen, bu tavrını iğrenç bir tarafsızlık ve adalet tutumuyla süslü gösteren hukukçular vardır. Onların şeytanla iş birliğine soyunmaması için elden gelen yapılmalıdır.
Hukukun gözünü açmak için hukuk dışı aktörler sahneye çıkar. İş;
- Siyasetçiye,
- Gazeteciye,
- Sözde sivil toplum örgütlerine,
- Durumdan vazife çıkaran vatandaşlara,
- Devletin her daim koruyucusu olan bürokratlara ve organik aydınlara düşer.
Siyasetçi;
- Irkçılıkla,
- Dinî fanatizmle veya ideolojik koşullanmayla köpürmüş ruhlara hitap eder.
- En yüksek perdeden bu şeytanlaştırma sürecine katkıda bulunur.
- Savcıları ve yargıçları uyarmaktan, yönlendirmekten, hatta tehdit etmekten geri durmaz.
- Kendi varlığını üzerine inşa ettiği hukukî temele de savaş açmıştır ama karşıda şeytan vardır ve şeytanın varlığı sürekli bir olağanüstü hâli gerekli kılar.
- Gücü varsa resmen ilan eder olağanüstü hâli, gücü yoksa fiilen altüst eder her türlü hak rejimini.
- Hiçbir ahlakî endişe duymaz. Çünkü arkasında, en nihayetinde oy devşireceği kitle vardır.
- Kendi iktidarının güçlenmesi için şeytanların ne sosyal hayatta ne de devlet kurumlarında bulunması gerekir.
- Ayıklama, arındırma ve temizleme kavramları tıbbî terminolojiyle birleşir. Habis urlar, zararlı virüsler temizlenmelidir.
- Siyasetçi bağırır. Alabildiğine bağırır. Suçlar. Hedef gösterir. Kışkırtır. Böler.
- Gazeteci haber vermeyi bırakır.
- Kitleleri yönlendirmek, siyasetçinin daha keskin dili olmak, yeri geldiğinde siyasetçinin kullanacağı argümanları önceden tedavüle sokmak, kitleselleşmiş muhbirliğe özendirmek, hatta bizzat muhbirlik yapmak mesleğinin yeni görev tanımı olmuştur.
- Siyasetçi ve gazeteci el ele vermiş, yargı adına suçlamış, yargı adına yargılamış, yargı adına hüküm vermiştir.
- Yargıya düşen artık bir ölçüde meşruiyeti sağlanmış hükmü dile getirmektir.
Sözde sivil toplum örgütleri, bu meşruiyetin sağlanmasında başrolü oynar. Üç beş kişiden oluşmuş, üyelerin her birinin onlarca benzer derneğe üye olduğu; adları, faaliyet alanları her ne olursa olsun en nihayetinde şeytanla mücadeleden asla geri kalmayan örgütler, huzursuz halkın sesidir. Her şey ne kadar da demokratiktir!
Ne var ki, hakikatin kendinden menkul bir gücü de vardır.
Onca manipülasyona, tehdide, yalana rağmen, gün gelir, bu büyük suça ortak olmak istemeyen birileri çıkar…
Hukukçu, karara son imzayı o atacaktır. Sorumluluğu vardır. Onun sorumluluktan da kurtarılması gerekir.
- Vatandaşlar muhbirliğe soyunur, zihinlerinde yarattıkları olaylar, yeni bir biçim kazanarak açıkça yahut gizliden savcılara, kolluk kuvvetlerine, gazetelere yollanır.
- Şeytanın şeytanlığı ifşa edilmektedir.
Hukukçular rahat hareket etsin diye bürokrasi devreye girer.
- Eğer hukuk şeytanla elindeki araçlarla mücadele edemiyorsa, kolluk kuvvetleri suç uydurur, delil uydurur.
- Şeytanların lehine olan olgular belgelendirilemez, elde olan belgeler arşivlerde kaybolur, aleyhe belgeler gazetelere servis edilir, belge yoksa, icat edilir.
Organik aydının birinci görevi, şeytanlaştırılmış, her türlü hakkı çiğnenmiş grupların hâline sessiz kalmaktır.
- O ses çıkarmıyorsa, demek ki yapılanlar doğrudur.
- O ses çıkarmıyorsa, demek ki ortada sorun yoktur.
- Eğer dengeler öyle gerektiriyorsa, organik aydın konuşur.
- Düzeni bozan, güvenliği tehdit eden, her zaman şeytanlardır.
Şeytanla! mücadele:
1-Devletin soğuk ve loş odalarında gizlilikle sahte belgeler üretmek
2-İkna edilemeyenlere rüşvetler vermek
3-Yine de ikna olmayanlara tehditler savurmak
4- Soruşturmalar açmak
5-Şeklen alınan ama dinlenilmeyen ve okunmayan ifadeler
Şeytanla mücadele ederken egolarada cevap verilir.
- Bir yandan genel temizlik yapılırken, diğer yandan unvanlar, terfiler, ödüller alınır, cepler doldurulur, kişisel hesaplar görülür.
- Mücadelede ne kadar ön planda iseniz, istekleriniz o oranda yerine getirilmek zorundadır.
- Her türlü pislik, şeytanla mücadele adına aklanır.
Hakikatin kendinden menkul bir gücü de vardır.
Onca manipülasyona, tehdide, yalana rağmen, gün gelir, bu büyük suça ortak olmak istemeyen birileri çıkar;
- Hakikatli bir bürokrat,
- Hakikatli bir avuç aydın, birkaç gazeteci; şeytanlaştırılmak pahasına gerçekleri ortaya koyuverir.
- Kitle olduğu yerde kalır, sessizliğe gömülür, kitleyi arkasına alarak buradan menfaat elde etmeye çalışanlar için gün artık utanma, silinme, nefretle hatırlanma günüdür.
Dreyfus Davası’nın ayrıntılarına vâkıf olmak, acı veriyor, huzuru kaçırıyor. Ama ortalık yangın yeri iken, teskin edilmeye hiç gerek yok. Belki bugünün gerçek ilacı, gerçeğin yakıcılığıdır.
Kaynak: T24
http://t24.com.tr/
