İÇİNDEKİLER
- “Sorulara yanıtları 99 yıl önce verdi”
- “TEMEL GELİŞMELER”
- “BÜYÜK DEVLETLERİN STRATEJİSİ”
- “SALTANAT TARİHE KARIŞIYOR”
- “MUSTAFA KEMAL’İN MİLLETVEKİLİ SEÇİLMESİNİN ENGELLENMESİ”
- “KÜRTLERE ÖZERKLİK KONUSU”
- “1921 YILINDA ATATÜRK’LE YAPILMIŞ BİR MÜLAKAT“
- “ATATÜRK BAŞKANLIK SİSTEMİNE TAMAMEN MUHALİF”
- “PEKİ ATATÜRK’ÜN DEDİĞİ HER ŞEY BİRER ”NAS” MI DIR?“
- Bunu paylaş:
- Bunu beğen:
“Sorulara yanıtları 99 yıl önce verdi”
Milli Mücadele tarihimizde önemli bir yeri olan İzmit Basın Toplantısı, 99 yıl önce bugün yapılmıştı..
16 Ocak 1923 gecesi saat21.30’da başlayıp sabaha karşı 03.00’e kadar süren bu toplantıda Atatürk’e çok yakıcı sorular soruldu ve Atatürk’ün yanıtları da çok kapsamlı ve önemliydi..
Bu toplantıya sadece İstanbul’da yayımlanan önemli gazetelerin başyazarları katıldı..
“TOPLANTIYA KATILANLAR”
- Toplantıya katılan sınırlı sayıdaki gazetecinin isimleri şöyledir:
-Tevhid-i Efkâr gazetesi başyazarı Velid Ebüzziya,
-Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin (Yalman),
-Akşam gazetesi başyazarı Falih Rıfkı (Atay),
-İleri gazetesi başyazarı Suphi Nuri (İleri),
-İkdam gazetesi başyazarı Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) ve
-Tanin gazetesi başyazarı İsmail Müştak (Mayakon).
-Bu toplantıya Ankara hükümetinin İstanbul temsilcisi Dr. Adnan (Adıvar) ve eşi ünlü yazar Halide Edib (Adıvar) ile
-Milli Mücadele sürerken İstanbul’da Ankara’daki TBMM’yi temsil eden Kızılay Başkanı Hamit Bey ile
-İleri gazetesi İzmit muhabiri Hakkı (Kılıçoğlu) Bey de katıldılar..
Toplantı, İzmit’te halk arasında ‘Saray’ diye anılan İzmit Kasrı’nın alt katındaki salonda yapıldı..
Toplantıda konuşulanları kaydetmek üzere, TBMM’den dört tutanak kâtibi görevlendirilmişti. Bu da toplantının önemini gösteriyordu..
“ZAMAN DİLİMİ”
9 Eylül 1922’de KuvayıMilliyecilerin ordusu İzmir’e girmişti. Eylül 1922’den toplantının yapıldığı tarih 16 Ocak 1923’e tam dört ay geçmişti..
İstanbul, İngiliz askeri güçlerinin işgali altındaydı.. Henüz birçok konu açıklığa kavuşmamıştı..
Lozan Konferansı devam ediyordu ama tartışmalar sertleşmişti. Konferans her an kesintiye uğrayabilirdi..
Atatürk, Batı Anadolu’daki askeri birlikleri denetlemek ve halkla görüşmek amacıyla 14 Ocak 1923’te yurtgezisine çıkmış ve 16Ocak 1923 tarihinde İzmit’te gazetecilerle buluşmuştu..
“NELER KONUŞULDU?”
Bu toplantıda Mustafa Kemal’e “Türkiye’de kurulacak yeni rejim, Musul konusu, Kürt sorunu, devletin dini olacak mı, laiklik” gibi can alıcı sorular soruldu..
Atatürk savaştan sonra ilk kez basının karşısına çıkıyordu ve bu yakıcı sorulara ilk kez çok açık ve kapsamlı yanıtlar verdi..
“BU TOPLANTI NEDEN YAPILDI?”
Bu toplantıya neden sınırlı sayıda gazeteci, dahadoğrusu sadece İstanbul gazetelerinin başyazarları çağrıld.ı?
Atatürk’ün çok önem verdiği bu toplantının amacı neydi.?
Bu sorulara yanıt verebilmek için öncelikle bu toplantının altyapısı, arka planı ve olayların gelişimi üzerinde duralım..
“TEMEL GELİŞMELER”
KuvayıMilliye ordularının zafer kazanıp İzmir’e girdiği 9 Eylül 1922 ile İzmit basın toplantısının yapıldığı 16 Ocak 1923 tarihleri arasında yukarıda belirtildiği gibi dört aylık bir zaman dilimi vardır..
Ancak bu süre içinde çok önemli gelişmeler oldu..
- Özetlemekte yarar var:
-Mudanya AteşkesAntlaşması 11 Ekim 1922’de imzalanmıştı.
-Lozan’da yapılacak Barış Konferası’na Osmanlı Devleti ve Ankarahükümeti ayrı ayrı davet edildiler..
-Osmanlı Devleti’nin son sadrazamı Tevfik Paşa, Lozan’a gidecek bu iki kurulun bir araya gelip birleşik öneriler paketi hazırlanması için MustafaKemal’e ve TBMM’ye başvurmuştu…
“SADRAZAM, ‘PADİŞAH BURADA’ DEMEK İSTİYORDU”
Osmanlı’nın son sadrazamı Tevfik Paşa’nın ısrarla yaptığı bu başvurunun anlamı şuydu:
“Zafer kazanıldı, padişah yerinde oturuyor. Sadrazam da burada, bu düzen sürecektir.. O nedenle BarışKonferansı’na ayrı ayrı gitmeyelim ve Barış Konferansı’nda görüşülecek konular üzerinde konuşup uzlaşmaya varalım..”

Halide Edib Hanım ve arkasında gazeteci Mecdi Bey, sağda Bolu Mebusu ve Paşa’nın yaveri Cevat Abbas Bey. 17 Ocak 1923// cafemedyam
“BÜYÜK DEVLETLERİN STRATEJİSİ”
Birinci DünyaSavaşı’nın galipleri İstanbul ve Ankara’yı Barış Konferansı’na ayrı ayrı davet ederek konferansta İstanbul-Ankara çelişkisi yaratmak ve bundan yararlanmak istiyorlardı..
Ankara’da bu duruma kesin karşı çıkanlar olduğu gibi TBMM’de bunun doğal olduğunu kabul edenler de vardı..
Halifeye ve saltanata bağlı olanlar zaten MilliMücadele’nin ve 3.5 yıl süren savaşların “padişahımızı esaretten kurtarmak için” yapıldığına inanıyorlardı..

“SALTANAT TARİHE KARIŞIYOR”
Konu Meclis’e geldi.. Kuvayı Milliyeci milletvekilleri İstanbul hükümetinin Barış Konferansı’nda temsil edilmesine karşı çıkarken özellikle kökeni hoca olan kimi milletvekilleri de padişahlığın devamı için Barış Konferansı’na İstanbul ve Ankara’nın bir kurul olarak birlikte gitmelerini istiyorlardı..
TBMM’de konuyla ilgili olarak yapılan görüşmeler sonunda Padişahlığın ‘ilga edilmesi’, ortadan kaldırılması yönünde verilen önergeler Anayasa, Adalet ve Şeriye komisyonlarının ortak toplantısında ele alındı..
Ancak özellikle Şeriye Komisyonu üyesi hocalar direniyorlar, uzun konuşmalar yapıyorlar, hatta açıkça ‘hilafetin saltanattan ayrılmayacağını’ savunuyorlardı..
Hiç kimse de cesaret edip bu iddialara yanıt vermiyordu..
- Komisyon toplantısını arka sıralarda izleyen Mustafa Kemal, o dramatik anı şöyle anlatıyor:
“CESARET EDEN YOK”
- Mustafa Kemal Atatürk:
“Bu iddiaların yersizliğini ortaya koyup çürütmek için özgürce konuşabilecek olanlar ortaya çıkar görünmediler.. Biz çok kalabalık olan bu odanın köşesinde bu tartışmaları dinliyorduk.. Bu şekilde görüşmelerin istenilen sonuca varmasını beklemek boşunaydı..”
Sonunda, Mustafa Kemal dayanamadı, söz istedi. En arkada olduğu için önündeki sıranın üstüne çıktı ve konuşmaya başladı..
- Mustafa Kemal özetle şöyle diyordu:
“Mutlaka olacaktır. Belki de bazı kafalar kesilecektir..
Efendim; hâkimiyet (egemenlik) ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla verilmez..
Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Millet hâkimiyetini eline almıştır..
Mesele bu gerçeği kanunla ifadeden ibarettir..
(…) Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes konuyu doğal olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur..
Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir.”
- Bunun üzerine Komisyon Başkanı, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi:
“Affedersiniz efendim, biz konuyu başka bakımdan ele alıyorduk; açıklamalarınızla aydınlandık” dedi..
Konu sonunda karma komisyonca kabul edilerek çözüme bağlandı..
Ardından Meclis kararıyla padişahlık kaldırıldı, saltanat kurumu tarihin derinliklerine gönderildi..
Meclis’in saltanatı kaldırmasından 16 gün sonra PadişahVahdettin, 16-17 Kasım gecesi İngiltere devletine sığınarak İstanbul’u terk etti..
“MUSTAFA KEMAL’İN MİLLETVEKİLİ SEÇİLMESİNİN ENGELLENMESİ”
Saltanatın Meclis kararıyla kaldırılarak tarihin derinliklerine gönderilmesi, dincileri, hocaları, halifecileri tedirgin etmişti..
Yakında halifeliğin de kaldırılacağını hatta MustafaKemal’in kendisini halife ilan ederek otoriter bir yönetim kuracağını söylüyorlardı..
Sonunda, saltanatın kaldırılışından sadece bir ay sonra 1Aralık 1922’de Atatürk’e karşı olanlar Meclis’e bir kanun tasarısı sundular..
Buna göre milletvekili olabilmek için Misakı Milli sınırları içinde doğmuş ya da seçileceği ilde en az beşyıl oturmuş olmak şartı getiriliyordu..
Bu tasarı tamamen Atatürk’ü hedef alıyordu ve saltanatın kaldırılışına karşı MustafaKemal’in cezalandırılması tasarısıydı..
Atatürk’ün milletvekili olmasını önleyecek maddeler taşıyan bu kanun tasarısı yurtta tepki ile karşılandı..
“İSTANBUL BASINI”
Padişahlığın kaldırılışı, halifelik kurumunun da tartışmaya açılması, İstanbulbasınında Ankara’ya karşı eleştirilerin yoğunlaşmasına yol açmıştı..
Lozan’da henüz barış sağlanamamışken ve İstanbul, İngiliz işgal kuvvetlerinin denetimindeyken ‘Ankara-İstanbul’ arasındaki bu tartışmalar yersiz ve anlamsızdı..
*İşte, 16-17 Ocak 1923 gecesi İstanbul gazetelerinin başyazarlarıyla yapılan toplantının amaçlarından birisi Ankara-İstanbul diyaloğunun sağlanmasıydı..
Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce yapılan bu uzun toplantıda sorulan sorular yukarıda anlattığımız çelişkileri ve tartışmaları kapsamaktadır..
Bir toplantıda ayrıca
“Devletin dini olacak mı?”, “Başkent neresi olacak?”, “Kürtlere özerklik verilecek mi?” gibi kritik sorular da sorulmuş, Atatürk de bunlara açıkyanıtlar vermiştir..
“KÜRTLERE ÖZERKLİK KONUSU”
Bu konu daha sonraları tartışma konusu yapılmış, bu toplantıda Atatürk’ün İzmit BasınToplantısı’nda Kürtlere özerklik verilmesini kabul ettiği belirtilmiştir..
Oysa işin esası şöyledir:
- Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin (Yalman):
“Kürt meselesine temas buyurmuştunuz. Kürtlük meselesi nedir? Bir iç sorun olarak temas buyurursanız çok iyi olur” diye bir soru sordu..
- Atatürk’ün yanıtı şöyledir:
“Kürt meselesi; bizim yani Türklerin menfaatına olarak da katiyen söz konusu olamaz.. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırımız dahilinde mevcut Kürt unsurlar o surette yerleşmiştir ki pek sınırlı yerlerde yoğunluğa sahiptir..
Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurlarının içine gire gire öyle bir sınır ortaya çıkmıştır ki Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi yok etmek lazımdır..
Örneğin, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak lazımdır..
Ve hatta, Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de göz önüne almak lazım gelir..
Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır..
O halde hangi livanın (sancak) topluluğu Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir.. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade lazımdır.. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun çıkarmaları daima söz konusudur..
Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün menfaatlarını ve geleceklerini birleştirmiştir..
Yani onlar bilirler ki bu müşterek bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz.”
*Bu sözleriyle Mustafa Kemal, Kürtlerin yoğun olduğu il ve ilçelerde belediyelerin yerel halk tarafından seçileceğini belirtiyordu..
Bu toplantıda ayrıca, Boğazlar konusu, kapitülasyonlar, Musul, Türk-Rus, Türk-İran ve Azerbaycan ilişkileri; asayiş, başkent neresi olacak, Meclis içindeki düşünce ayrılıkları, hilafet ve din devleti, hocaların statüsü, yeni kurulacak halk fırkası gibi sorular soruldu ve Atatürk bunları çok açık bir biçimde yanıtladı..
Görüldüğü gibi bu toplantıda sadece ‘Kürt sorunu’ değil, laiklik, halifelik, din ile devlet arasındaki ilişkiler gibi yüz yıl geçtiği halde hâlâ güncelliğini koruyan sorunlar ele alınmıştır..
Sorulan sorular ve Atatürk’ün verdiği yanıtlar 99 yıl geçtiği halde güncelliğini koruyor..
Basın toplantısını tutanaklarından aynen veren ‘Atatürk ve İzmit Basın Toplantısı’ adını taşıyan önemli kitap, çok yakında Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkacaktır..
Cumhuriyet// Alev Coşkun
“1921 YILINDA ATATÜRK’LE YAPILMIŞ BİR MÜLAKAT“
‘Yakın Tarihte Görüp Geçirdiklerim’

Yazarı Ahmet Emin Yalman. 1952 yılında Malatya’da uğradığı bir silahlı saldırı sonucunda ölümün kıyısından kıl payı dönen gazeteci… Suikastı gerçekleştiren ise o yıllarda bir lise öğrencisi olan Hüseyin Üzmez. Bu şahıs yıllarca Akit Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Sonrasında ise 14 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel tacizde bulunmak suçundan ceza aldı. Seksen üç yaşındaki Üzmez, cezanın infazı aşamasında psikolojik sorunları ve prostat rahatsızlığı gerekçesiyle tahliye edildikten birkaç gün sonra vefat etti.
“Oğlum Ayhan’a ve Kızım Refika’ya sevgilerle… Ahmet Emin Yalman”
Kitabı, hukukçu dostum İbrahim Yurttepe bir sahafta tesadüfen görmüş ve almış. Kendisi okur okumaz bana hediye etti. Çok da memnun oldum. Kitap bana geldiğinde darmadağınıktı. Orijinali bozulmasın diye ciltletmeye kıyamadım. Kendimce derleyip toparlamaya çalıştım. Çünkü birinci cildin ilk sayfasında, el yazısı ile “Oğlum Ayhan’a ve Kızım Refika’ya sevgilerle… Ahmet Emin Yalman”şeklinde bir ithaf notu var. Çok araştırdım ancak ithaf edilen şahısları bulamadım. Bu yazı ile birlikte ortaya çıkarlarsa, bu emanet hediyeyi onlara geri vermeye seve seve hazırım..
Dediğim gibi, kitap daha çok belgelere dayanıyor. Her okunan sayfada bugünlere dair izler bulmak gayet mümkün. Özellikle İttihat ve Terakki ile Abdülhamit dönemi bu kitapta çok iyi irdelenmiş. Çünkü dönemin Sabah, Vakit gibi gazeteleri olaya ışık tutuyor..
Hükümet Sözcüsü Ömer Çelik’in “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilgili birtakım eksiklikler varsa giderilecektir” şeklindeki sözleri sonrası kitabın ikinci cildinde, 1921 yılında Atatürk’le yapılmış bir mülakat oldukça ilgimi çekti. Söz konusu mülakat bizatihi, gazeteci sıfatıyla Ahmet Emin Yalman tarafından yapılmış..

- Mülakatın bir yerinde Atatürk aynen şöyle diyor:
“Milletvekillerinin yalnız kanun yapmasından, icra kuvvetini kabine filan temsil etmesinden ibaret bir şekilde bir şahıs veya birkaç şahsı bertaraf etmek ve onun yerine geçerek bütün şahsi bir emel arkasında memleketi sevke çalışmak, her vakit mümkündür. Fakat icra kuvveti teşrii kuvvetle beraber sayısı çok ve müddeti mahdut ve belli milletvekilleri tarafından doğrudan doğruya kullanıldıkça, bunların hepsinin bütün millet ve memleketin saadetini ve gerçek arzularını bir tarafa bırakarak kendi şahsi emellerine göre hareket etmelerine ihtimal yoktur. Bu heyete karşı suikast yapılmak suretiyle milli hâkimiyeti sınırlandırmak ve bunun neticesinde bir şahsı hâkim kılmak meselesi ise, milletin bir bütün halinde ilgileneceği ve manasını kavrayacağı bir suikasttır”
“ATATÜRK BAŞKANLIK SİSTEMİNE TAMAMEN MUHALİF”
- Atatürk açıkça şunu ifade ediyor:
”Yürütme ve yasamanın sayıca çok milletvekilleri tarafından belirli bir süreliğine kullanılması halinde şahsi çıkarların da önüne geçmek mümkündür.”
Bu açıkça parlamenter rejimin bir tanımıdır. Ancak burada en önemli nokta, hem yasama hem de yürütmenin milletvekilleri aracılığı ile kullanılması ve bu görevin de sınırlı olmasıdır..
Atatürk, yasama ve yürütmeyi oluşturan bu heyeti etkisizleştirip bir şahsı hâkim kılmayı ise açıkça milli egemenliğe karşı bir suikast olarak değerlendiriyor.

Oysa bugünkü ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nde icra heyeti yani yürütmeyi oluşturan bakanların hiçbirisi milletvekili değildir.. Zira yürütme organının icracısı olan bu kişiler meclis dışından atanmaktadır..
Bunun yanında, sık sık çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri bir takım yasama faaliyetlerini de kapsadığından, milletvekilleri bu konuda da etkisiz eleman haline getirilmiş ve bu aşamada birer vitrin görseli olmuşlardır..
- Yine, 2016 yılında gazeteci Hıfzı Topuz Atatürk’ün başkanlık sistemine bakış açısını aynen şöyle anlatıyor:
“Biliyor musunuz, Cumhuriyet kurulurken bazı gruplar Atatürk’ün başkan olmasını istiyorlar ve bunu sık sık gündeme getiriyorlar. Atatürk bundan hoşlanmıyor, bakın ne diyor:
Atatürk: ‘Amerika sistemini ülkemizde uygulamayı hiç aklıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz tarzda bir Reis-i Cumhurlukla Başbakanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim. Ben anlamam devlet işlerinden, benim bildiğim dış politikadır, askerliktir. Devlette bir yığın bakanlık var, herkes haddini bilmeli, ben onlara bırakıyorum, onların işine karışmam asla’
“Yani Atatürk, başkanlık sistemine tamamen muhalif.“
O zaman bir tek Amerika sistemi var, başkanlık olarak. Kim istiyor peki o dönemde Atatürk’ün başkan olmasını? Yanındaki dalkavuklar! Onun da yanında bir yığın dalkavuk var, söylüyorlar bunu, ama o isyan ediyor. ‘Hayır’ diyor.
Oysa söz konusu dönemde Atatürk güç ve yetki olarak pekâlâ başkanlık sistemini getirmeye muktedirdi. Ancak her iki gazetecinin beyanlarına bakıldığında Atatürk’ün parlamenter sistem taraftarı olduğu ve başkanlık sistemine karşı durduğu net bir şekilde görülecektir..
“PEKİ ATATÜRK’ÜN DEDİĞİ HER ŞEY BİRER ”NAS” MI DIR?“
Gelişen ve değişen bir dünyada böyle bir şey tabii ki kabul edilemez. Ancak tam oturtulma aşamasında olan böyle bir sistemden yapılan ani bir dönüş, hiç mi hiç doğru değildir. İktidar cenahında bile başlayan sistem tartışmaları, bugün Atatürk’ün bu konudaki görüşlerinin hala da geçerli olduğunu doğrulamıştır.
Yeni sistemi, daha doğrusu ‘Tek Adam Rejimi”ni kafamızda şöyle bir canlandıralım…
Bir kişi hem parti lideri hem de cumhurbaşkanı. Olağan veya olağanüstü parti kongreleri, parti grup toplantıları, MKYK, MYK, il başkanları, mahalli idareler, kadın kolları, gençlik kolları toplantıları veya bunların oluşturulma aşamaları…Derken milletvekili ve belediye başkan adaylarını belirleme süreçleri ve il il gezilerek yapılan seçim mitingleri… Öte yandan kabine toplantıları, yurt dışı gezileri, açılışlar, diplomatik iç ve dış kabuller, atama ve yasama içerikli cumhurbaşkanlığı kararnameleri vs…
Kimse kusura bakmasın ama ‘Hızır’ olsa bu kadar işe yetişemez. ‘Yetiştim’ diyen de yetiştiğini zanneder..
Geldiğimiz noktada, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ getirilme nedenlerini bile kısa bir sürede ortadan kaldırmıştır.
-Bunların en başında ise koalisyon meselesi gelmektedir.
İstikrar bahanesi ile koalisyonları ‘tu kaka’ ilan edenler, ittifak adı altında bunu zorunlu hale getirmişlerdir. Yaşadığımız son iki seçim bunu tescil etmiştir.
Son olarak, ona Atatürk diyemeyip sadece Gazi Mustafa Kemal şeklinde hitap edenlere bir tavsiyem olacak: Onu bir kez olsun okuyup irdeleyin bu da yeter.
Atatürk demişsiniz, diyememişsiniz fark etmez.
İLGİLİ HABER
Odatv.com//Ramazan Bulut
