ŞULE YÜKSEL ŞENLER 28 AĞUSTOS 2019’DA VEFAT ETTİ..

YOĞUN BAKIMDA OLAN ŞULE YÜKSEL ŞENLER 28 AĞUSTOS 2019’DA VEFAT ETTİ..

www.cafemedyam.com

– ERDOĞAN,ŞULE YÜKSEL ŞENLER VAKFI HİZMET BİNASI AÇILIŞI’NDA KONUŞTU.

– Erdoğan:

 “Şule Yüksel Şenler Vakfı  farklı alanlarda yürüttüğü projelerle adını taşıdığı Şule Yüksel Şenler’e vefa borcumuzu hakkıyla yerine getirmeye devam ediyoruz.  Eşimin ve benim hayatımda müstesna yeri olan Şule Yüksel Şenler Hanımefendi seçkin bir insan ve münevverdi..

  Şule ablamız mücadeleler ve imtihanlarla geçen ömrü boyunca sonucu ne olursa olsun hakkın hatırını daima en üstte tutmuştur.  Milyonların gönlünde taht kurmuştu..

Gençlerimiz, kadınlarımız, toplum ve aile yapımız hakkında yazdıkları ile büyük bir dönüşümün öncülerinden olmuştur.Vakıf hizmet binamızın her bakımdan ihtiyacı karşılayacak olarak planlandığını görüyoruz. Vakfımızın kapıları tüm vatandaşlarımıza açıktır” 

Erdoğan şu ifadeleri kullandı

– Erdoğan:

“Öyle insanlar vardır ki hayatlarıyla bize fener olurlar. Rehberlik ederler. Onların aydınlık yüzlerine bakınca sadece pürüzsüz bir vicdanı değil, aynı zamanda insanı insan yapan yüce değerleri görürüz. Ömürlerine sayısız eseri, kitabı ve mücadeleyi sığdıran böylesi insanlar geride şükranla ve dua ile anılacak muazzez bir miras bırakmışlardır. Şule ablamız mücadele ve imtihanlarla geçen ömrü boyunca sonucu ne olursa olsun hakkın hatrını en üst düzeyde tutmuştur..”

“Şule Yüksel Şenler yürekli bir dava kadınıydı”

– Erdoğan:

“Yürekli bir dava kadınıydı. Kaleme aldığı Kadın sayfaları, kitaplarıyla milyonların gönlünde taht kurmuştu. Merhum Şule Yüksel Şenler’i çağdaşlarından ayıran en önemli vasfı kendini gazete köşeleri ve gazetelere hapsetmemesiydi. O hayatın içinde yer almayı tercih etti. Kendini toplumdan izole etmek yerine inandığı değerleri il il dolaşarak halkımıza anlatmaya çalıştı. Şenler, gittiği her yerde binlerce insana hitap etmiştir. Onun sohbetini dinleyip de etkilenmemek şüphesiz mümkün değildi..”

“Şule Hanım’ın kendine has örtünme tarzının gençler tarafından örnek alınması irtica yaygaracılarını da harekete geçirmiştir”

– Erdoğan:

“Şule Hanım’ın kendine has örtünme tarzının gençler tarafından örnek alınması irtica yaygaracılarını da harekete geçirmiştir. Öyle günler yaşamıştır ki gazete sayfalarından hedef gösterilmiştir. Hakkında yürütülen soruşturmalar hiç eksik olmadı. Evi kundaklanmaya, canı kast edilmeye çalışıldı. Ama bunların hiç bir Yüksel’i inandığı yolda yürümekten alıkoymadı. Tüm baskılara ve tehditlere rağmen Şule Yüksel Hanım ülkemizinde hem dirilişin hem de direnişin sembollerinden biri haline geldi..

Şule Hanım’ı itibarsızlaştırmaya çalışanların en büyük hazımsızlığı Anadolu insanına verdiği bu cesaret duygusudur. Özellikle kadınlarımıza kamusal alanda var olma yolunu açmıştır. Merhum Şule Yüksel Şenler’in hayalini kurduğu Türkiye’yi inşa etmek için son 20 yıldır aşkla, samimiyetle çalışıyoruz. Her alanda ülkemizi dünyanın devler ligine çıkarmayı hedefliyoruz..” 

TÜRKAN ŞORAY’I ŞULE YÜKSEL ŞENLER’DEN NEDEN UZAK TUTTULAR?

Şule Yüksel Şenler, bir süredir yoğun bakımdaydı.. Kimseyle görüştürülmüyor ve durumu kritikti.. Bu durumdayken, üç yaş küçük kız kardeşi Gonca Gülsel Şenler vefat etti..

Hastanede bilinci kapalı yatan Şule Yüksel Şenler’in, kardeşi Gonca’nın vefatından haberi olmadı..

ŞULE HANIMLA, KARDEŞİ GONCA HANIMIN HAYATLARI OLDUKÇA HAREKETLİ VE MÜCADELELİ GEÇTİ..

Dedeleri Mehmet Ali Aycan, Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet ilkelerini benimsemiş, anneanne İkbal hanım da “kıyafet devrimine uyum sağlayarak çarşafı çıkarıp modern kıyafet giyen” bir “Cumhuriyet kadını” olmuştu..

Çocuklarını “çağdaş, modern ve Atatürkçü” yetiştirmişlerdi..

Böyle yetişen kızları Umran hanımı, “Atatürkçü, laik” Hasan Tahsin adlı akraba gençle evlendirdiler.. Cumhuriyetin ilkelerini bütün benliğiyle yaşayan Umran-Tahsin çifti, doğan çocuklarına Ayşe, Fatma, Ahmet, Mehmet vs. değil, Özer, Göksel, Yüksel, Gülsel, Tuncer, Çiğdem isimlerini koydu..

Çocuklarının her birinin modern, çağdaş, cumhuriyetçi, laik yetişmesi ailenin “en hassas olduğu” konuydu..

Ancak Özer, Ortaokul ikinci sınıftayken Tarih öğretmeni Necati Bey’den etkilenerek dine ilgi duymaya başlamıştı. Tarih kitabında İslam tarihi 8-10 sayfalık bir bölümken Necati Hoca, sene boyunca çocuklara İslam tarihini anlatıyordu.

Özer öğretmenin etkisiyle dine yöneldi, lise döneminde nurcularla tanıştı ve Said Nursi’nin bizzat yanına gelip gitmeye başladı. Said Nursi, Özer’in adını Üzeyir yaptı.

Özer’in evde ilk namaz kılması aileyi şok etmişti.. Umran Hanım çok kızdı, sinirlendi, oğlunu “abdest alıp namaz kılmasın” diye odaya kilitledi..

O zaman on beş yaşında olan Yüksel de, odasına hapsedilen ve “kapıyı aç” diye yalvaran Özer’le dalga geçti, alay etti, kapıyı açmadı.. Ama Özer sabah ezanı okunurken, Haseki’deki ahşap evin üçüncü katının penceresinden aşağıya indi, camiye gitti.. Namazdan sonra aynı şekilde tırmanarak odasına geri döndü.. Aile bu durumu bir süre fark edemedi..

– ATATÜRKÇÜ AİLENİN ‘HACILARA HOCALARA  KARIŞAN’ OĞLU

“Hacılara hocalara karışan” Özer ile “rakı içen musiki hocasının nezaretinde ud, keman, mandolin çalarak fasıl yapan” ve “plajlara giden” aile arasında büyük çatışmalar yaşandı..

Üzeyir adını alan Özer, eve pek uğramıyor, ancak onları “hidayete erdirmek” için çaba gösteriyordu.. Özellikle kız kardeşleri Yüksel ile Gülsel’in üstüne çok düşüyor, ancak iki kız da ağabeylerinin vaazlarından sıkılıyor, hele Gülsel ağabeyini görünce dinlememek için kaçıyordu..

Bu arada yazma yeteneği olan kızlar, ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in hala kızı İffet Halim Oruz’un sahibi olduğu Kadın dergisine yazı yazmaya başladılar..

İffet Hanım, “sizin isimleriniz erkek ismi gibi, önlerine Ayşe, Fatma gibi isimler koyun” demişti. Bunun üzerine Yüksel, Şule Yüksel Şenler olurken, Gülsel de Gonca Gülsel Şenler oldu.

Bir ara sarılık olan ve öldü ölecek gözüyle bakılan Üzeyir, vasiyet eder gibi “Sen bir örtünsen bütün kadınlar örtünecek” dedi Şule Yüksel’e ama o yine kabul edemedi.. “Ben örtünemem, namaz kılamam, bunu benden isteme abi,” dedi..

 “Hiç olmazsa hatırım için bir kere derse git” isteğini ise geri çevirmedi. “Bir kereden bir şey olmaz,” diyerek kabul etti..

Yaşlı bir hanım, “makyajlı, asri”Şule’yi, “Üzeyir efendinin kardeşi böyle biriymiymiş?” diye şaşırarak derse götürdü.. 

“Bir kereliğine,” diye giden Şule, Risale derslerinden etkilendi, defalarca gitti ve hidayete erdi..

Annesi Umran Hanıma göre, “kız da elden gitmiş”, o da hacılara hocalara karışmıştı..

– ÇAĞDAŞ ANNEANNE, DEĞİŞEN AİLEYE KIZIYOR

Ancak Şule hidayete ermesine rağmen kapanmakta hayli zorlanmıştı.. Aynanın karşısına geçiyor, başını örtüyor, “besleme kızlar gibi oldum,” diyerek beğenmiyor yarım örtüye dönüyordu..

Bir süre bu mücadelesi sürdü..

O günlerde eve gelen anneannesi İkbal hanım, “İlerlemek, yükselmek” anlamını taşıyan Yüksel’in “çağdaş kız olacakken, gerici gibi örtünmesine” kızdı. “Ne bu halin, kürt kadınlarına dönmüşsün!” diye çıkıştı.. Kendi kızı Umran’a ve damadı Hasan Tahsin’e de, “Ne biçim çocuklar yetiştiriyorsunuz, biz sizi böyle mi yetiştirdik?”serzenişinde bulundu..

Şule de anneannesine kızıyordu.. “Sen niye annemleri öyle yetiştirdin. Onlar dini bilmediği için, bize de anlatmadılar. Sizin yüzünüzden ömürlerimiz boşa geçti. Neden bize Allah’tan, kitaptan, peygamberden bahsetmediniz. Vebal altındasınız!”

Ailenin en moderni olmasına rağmen, o zamana kadar ailede tek namaz kılan İkbal hanım, “Hadi ordan, ben İslam’ı sizden daha iyi bilirim. Önemli olan dürüst, namuslu olmak, yüreği temiz olmak. Gerici, yobaz olmak, başına bez bağlamak değil.” diyordu..

Nadir eve uğrayan İkbal hanımla, torunu Şule arasında çekişme İkbal hanım evde olduğu sürece devam etti.. Ancak Şule oldukça inatçıydı, ağabeyi Üzeyir’den de hızlı çıkmıştı.. Annesini ikna etti ve derslere götürmeye başladı.. Bir süre sonra hepsi namaza başladı..

Onların değişiminden eve pek gelmediği için haberi olmayan Üzeyir, bir gün salonda yatarken, bir ara uyku arasında Şule, Gonca ve Çiğdem’in namaz kıldığını görünce afalladı, kolunu çimdikledi rüya gördüğünü düşünerek.. Çimdikten canı yanıp ses çıkarınca kızlar namazlarını bozdular..

“Siz niye böyle yapıyorsunuz, benimle dalga geçmek için namazla alay edilir mi?” diye ağlamaya başladı.. Onların namaza gerçekten başladıklarını öğrenince bu sefer sevinçten ağladı.. Annesinin de kapandığını, namaz kıldığını görünce çok mutlu oldu..

Şule, örtünmekle, kapanmakla yetinmiyor, başkalarının da kurtulmasını istiyordu..

Çevresindeki “açık kadınları kızları” kapatmak, “dinden habersiz” gençleri İslamla tanıştırmak için faaliyete geçmişti..

Kendisi çok zor dönmüştü, gençlerin bunalımlarını hissiyatlarını anlıyordu.. Terziliği de çok iyi bildiği için “modern örtünme şekli” türbanı ve pardösüyü tasarlamış, bu modern örtünme ve “Şulebaş” diye anılan örtü, dönüş yapan kadınlarca benimsenmişti..

Bu arada İslam Kadınına Hitap diye bir yazı yazdı..

Üzeyir çok beğenince Mehmet Şevket Eygi’ye götürdü.. Yorgunluktan baş yazı yazmaya fırsat bulamayan Eygi, yeni dönüş yapan Şule’ye jest olsun diye, başyazı yerine Yeni İstiklal gazetesinin ilk sayfasında yayınladı..

ŞULE HANIM KONFERANS VERİRKEN KAPANAN KIZLAR

Bu yazı fırtınalar kopardı ve Şule Yüksel Şenler’in tanınmasını sağladı..

Yazı hakkında dava açılınca gazetelerde resmi yayınlanan “türbanlı yazar” bütün ülkede tanındı.. Mehmet Şevket Eygi, bir anda şöhret olan Şule Yüksel Şenler’i Bugün gazetesinin yazarı yaptı.. Yazılar hayli ilgi görüyordu ve konferans teklifleri gelmeye başladı..

Samsun’dan İmam Hatip öğretmeni Ali Acar’ın talebiyle başlayan konferanslar, büyük izdihamlara yol açtı.. (Ali Acar daha sonra MSP’den milletvekili seçildi, kızını Hekimoğlu İsmail’in oğluna vererek dünür oldu.)

Şule Yüksel’in her gittiği yerde sadece salon değil, sokaklar ve caddeler dolup taşıyor, hopörlerle ses dışarıya veriliyordu.. Şule Yüksel Şenler’i “salonda dinlerken başını örten kadınlar” vardı..

Şule Yüksel Şenler yaklaşık üç yıl, Türkiye’nin neredeyse tamamını birkaç defa dolaşarak konferans verdi, her birinde üç-dört saat konuştu ve her yerde modern türbanlı kadınlar gözle görülecek kadar çoğalmaya başladı.. Çocuklarına  Şule  ismini verenler vardı..

Ankara Dil-Tarih-Coğrafya fakültesinde verdiği konferans çok ses getirdi..

Onbini aşkın dinleyen arasında milletvekili, bakan eşleri de vardı..

Bu konferansın ardından büyük tartışmalar birbirini takip etti. Gazeteler, köşe yazarları, sol örgütler ayağa kalktı. Çetin Altan, Falih Rıfkı, İlhan Selçuk, Nizamettin Tepedelenlioğlu bu konferansı eleştirdiler..

Falih Rıfkı Atay çok sert bir yazı yazdı..

“Atatürk, ‘Dil-Tarih’ adı altında o fakülteyi ne umutlarla kurmuştu.. Atatürkçülüğün dayanağı olacaktı o fakülte.!

Rahmetli liderin hâtırası ile alay eder gibi medreseye çevrilmiştir.. Bahanesi de komünistlikle, sol akımla savaş.!

Böyle sağcılık, solun ekmeğine yağ sürer.. Sağ akıma katılan aydınlar, aydınlar arasında ancak ahmak olanlardır.. 20’nci asırda 7’nci asır yürümez.. 20’nci asırda kaba ve kara ve kalın milliyetçilik gitmez..

Bir konferans salonunun kürsüsünü Şule’ye, Kısakürek’e düşürmek! Olur şey değil.. 29 Ekim devrimciliğinin nerede ise 45’inci yılında, Başkent’de bir üniversite fakültesinin “Osmanlı Medresesi”ne soysuzlaştığını görmek!.” 

Falih Rıfkı, yazısının bir yerinde “akıl hastası” diyordu Şule için..

– HATİCE BABACAN OLAYI

Konferansın etkisi bununla kalmadı, konferansı dinleyenlerden İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan İslam Tarihi dersine başörtüsü ile girince Prof. Dr. Neşet Çağatay ona, “Hey sen… Sen… Başörtülü kız…” diye seslendi. “Sınıfta bu kıyafetle oturulmayacağını bilmiyor musun?.. Ya başındakini çıkar, ya da dışarı çık…”

Fakülte dekanı Prof. Dr. Hüseyin Gazi Yurtaydın Hatice Babacan’ı odasına çağırarak: “Ya başörtüsünü çıkartırsın, ya da bu okuldan gidersin!” dedi.. 

Doç. Dr. Bahriye Üçok, Neda Armaner ve bazı öğretim üyeleri benzer sözlerle üzerine gidince Hatice Babacan bayıldı..

Hatice Babacan’ın okuldan atıldığı duyulunca muhafazakar kesim ayağa kalktı.. Yurdun her yanından olayı protesto eden telgraflar, mektuplar, telefonlar yağmur gibi yağdı..

İkinci sınıf öğrencisi Mustafa Demirsöz ölüm orucuna başladı.. Komaya girerek hastaneye kaldırıldı.. Fakülte yönetim kurulu bu sefer onu okuldan kovdu.. Bunun üzerine yurdun her yerinden öğrenciler Ankara’ya yürüyüş yaparak protesto ettiler..

Kitlesel protestolar sonucu fakülte bir ay kapandı, dekanı istifa etmek zorunda kaldı..

Hatice Babacan olayı “Türkiye’nin ilk başörtüsü eylemi” olarak tarihe geçti.

Şule Yüksel Şenler’in unutulmaz konferanslarından biri de MTTB konferansıydı..

Cağaloğlu’ndaki Millî Türk Talebe Birliği en güçlü gençlik örgütü olarak binlerce öğrenciyi temsil ediyordu.. Ortaokul, lise ve üniversite öğrencilerinin faaliyet gösterdiği MTTB’de önemli şahıslar, yazarlar, siyasetçiler zaman zaman konferans veriyordu..

MTTB bünyesinde bulunan İsmail Kahraman, Şule Yüksel’in dostlarından  TenzileErdoğan’ın oğlu Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül gibi gençler bu konferansa büyük önem veriyorlardı..

Bir yakalanma kararı nedeniyle Bursa’da, İstanbul’un çeşitli semtlerinde ve İzmir’de yaşadığı kaçaklık döneminden ve daha sonra aldığı takipsizlik kararından sonra Şule Yüksel konferansları, dinleyicileri de onu özlemişti..

Akın akın gelen kadınlar ve genç kızlar, MTTB’nin salonlarını, koridorlarını tıklım tıklım doldurmuşlardı.. Dışarıdaki cadde ise neredeyse Valilik binasına kadar kadınlı erkekli dinleyicilere mekan olmuştu..

Konferansa gelen Münevver Ayaşlı’yı sahneye çağırdıktan ve yan tarafına oturttuktan sonra saatler süren konuşması coşkuyla karşılanmış, dinleyenlerin bir kısmı göz yaşlarına boğulurken, bazı açık kadınlar konuşmanın tesiriyle kapanıyordu..

– TÜRKAN ŞORAY DA HİDAYETE ERECEKTİ

Bir süre sonra sonra Huzur Sokağı romanını yazdı ve gazetede tefrika edilen roman çok büyük ilgi gördü..

Çocuklarına romanın kahramanı Feyza’nın adını verenler oldu.. Bazı okurlar “Biz de o sokakta yaşamak istiyoruz, Huzur Sokağı nerede?” diye soruyordu..

Roman, “Birleşen Yollar” adıyla film yapıldı, kabul etmez diye düşünülen Türkan Şoray başroldeydi..

Çekimlerde zaman zaman bir araya geldiler, ancak Türkan Şoray etkilenmesin,  “hidayete ermesin” diye daha sonra Şule Yüksel Şenler’i uzak tuttular.. Çünkü Şule hanımın daha sonra ifade ettiğine göre, on gün kadar daha beraber olsalar, Türkan Şoray namaza başlayacaktı..

BNamaz sahnesinde ellerini açmış dua ederken kendisini öyle kaptırdı ki çekim bitmesine rağmen Türkan Şoray hala devam ediyordu.. Yalnız bırakılmasını istedikten sonra, “Anam, anam! Mahşer günü ellerim yakandadır anaaaam!”diyerek hıçkırıklarla ağlıyordu..

Onun bağıra çağıra ağlamasını ve söylediklerini duyan gazeteciler bu konuda bir tek satır yazmadılar, onun nasıl etkilendiğini gizlediler.. (Şule Yüksel Şenler, Bugün kazanılan özgürlüklerde onun mücadelesi var, Demet Tezcan, Profil Yayınları.)

Aynı günlerde Şule Yüksel, Hz. Ömer’in Adaleti oyununu oynayan bir tiyatrocuyla evlendi.. (Şule Yüksel Şenler, konuşmalarında, röportajlarında ve hakkında yazılanlarda “eşlerinin adlarının anılmasını istemediği için”, ben de saygı duyarak isim vermiyorum.)

Ancak ailesi ve çevresi buna şiddetle karşı çıktı.. Kızlarının peşinden şehir şehir, ilçe ilçe koşturan kalp hastası Umran Hanım ile işlerinin başında olamadığı için iflasın eşiğine gelen Tahsin bey, kardeşi Gonca, Ankara’ya gidip yerleşen Şule Yüksel’e küstüler.. Oysa ailesine daha fazla yük olmamak için evlenmişti, fakat Hz. Ömer rolünü oynayan tiyatrocu “eşine şiddet uygulayan” biri çıkmıştı.

Evliliğin dördüncü ayında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a hakaretten açılan davası kesinleşti..

Dört aylık tehirden sonra Bursa’da hapishaneye girerken ailesinden ağabeyi Üzeyir’den başka kimse yoktu yanında..

Hastalıklarla boğuşarak, hastaneye gidip gelerek geçiyordu hapis hayatı.. Üçüncü ayda Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay onu affetti ancak kabul etmedi ve 13 ay 9 gün sonra cezasını tamamladığında yanında yine ailesinden kimse yoktu..

Kardeşi Gonca ise, o hapisteyken evlenmiş, eşiyle Danimarka’ya gitmişti.

Şule Yüksel Şenler hapisten çıkmıştı ama “Allah’ım tekrar hapishaneye geri döneyim” diyeceği günler başlamıştı..

12 Mart muhtırasından sonra Bugüngazetesi kapatıldığı için yazı yazacak gazetesi yoktu, konferanslar artık yapılmıyordu. Ailesinden, okurlarından, dinleyicilerinden mahrum, “Kimseye etmem şikâyet ağlarım ben hâlime; titrerim mücrîm gibi baktıkça istikbâlime.”  diyeceği ızdırab dolu bir hayat, Ankara’da onu bekliyordu.

– ŞULE YÜKSEL, TAYYİP VE EMİNE ERDOĞAN’I NASIL TANIŞTIRDI

Şule Yüksel Şenler, “Kimseye etmem şikâyet ağlarım ben hâlime; titrerim mücrîm gibi baktıkça istikbâlime.”  dönemini gerçekten de bütün ızdırabıyla Ankara’da yaşadı..

Hz. Ömer rolünü oynayan tiyatrocuyla yaptığı evlilik, “Allah’ım tekrar hapishaneye geri döneyim” dedirtecek kadar zorlu geçiyordu.. Ancak Müslümanlara örnek bir hanım olarak, bu durumunu yansıtamıyor, durumunu öğrenen “inançlı insanların hayal kırıklığına uğramasından” çekiniyordu..

Ama sabır da bir yere kadardı ve beş yıllık evliliğine son vererek, “esaret ve eziyet” dolu bir hayattan kurtulmuş oldu. “Tiyatrocuyla evlilik bitti, perde kapandı!” dedi, uzun zaman sonra barışabildiği ailesine..

Altı yıl aradan sonra Milli Gazete’de yazmaya başlayarak, “Duyuşlar” köşesine kavuşmuştu..

Yıllarca neden sustuğunu, susmak zorunda kaldığını ilk yazısında anlattı.. Bazılarının sandığı gibi “köşesine çekilmemişti, evlenince rahata erip davasını bırakmamıştı.” Yazmak istemiş “yazamamış,” konuşmak istemiş “konuşamamış”tı.

Artık yazabilecek, konuşabilecekti.. Bir grup genç kızla dernek kurma çalışmaları başlatmıştı.. Bu duyulunca birçok hanım bir araya geldi, tartıştı. “Neler yapalım? Birlikte mi kuralım? Ayrı ayrı dernekler mi daha faydalı olur?” görüşmeleri yapıldı. Ayrı dernekler kurmanın daha verimli olacağına karar verildi..

– İDEALİST HANIMLAR DERNEĞİ

İdealist Hanımlar Derneği, böyle ortaya çıktı..

Derneğin başkanı Türkân Cumhur:  

“Şule abla, ne olur, sen şimdi eskisi gibi değilsin ve bize çok lâzımsın.. Herhangi bir mevzû olur, tekrar cezaevine girersen biz sensiz bir şey yapamayız!

Sen bizim mânevî başkanımız, başımız ol! Müsaade et, sakın başka türlü anlama, başkan ben olayım.. Cezaevine girersem, ben gireyim. Ben senin idarende olayım ama bu resmiyette böyle olmasın.!”

Dernek Üsküdar’da büyük bir hanın teras katıydı.. Hem çok büyük bir terası vardı, hem kapalı alana sahipti.

O sırada Erbakan’ın 12 Mart muhtırasında kapatılan Milli Nizam Partisi’nden sonra kurduğu Milli Selamet Partisi’nin Gençlik Kolları Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, dernek kurduklarını öğrenmiş, ziyaretine gelmişti..

Arkadaşı Tenzile Hanımın oğlu Tayyip, aktif, heyecanlı, güzel konuşmalar yapan hitabeti güçlü bir gençti..

“Şule abla, hayırlı uğurlu olsun,” dedi. “Çalışın ama lütfen dışarı işlerini kesinlikle sizler yapmayın.. Katiyyen buna müsaade edemeyiz.. Bize bildirin, biz yaparız. Herşeyinize koştururuz..”

MTTB’de iken kendini gösteren genç Tayyip, o zamandan beri gösterdiği başarı neticesinde bu yaşta İstanbul’da partisinin gençlik kolları başkanı olmuştu.. Gençlerin bir gayenin etrafında toplanması kadar, hanımlar faaliyetine de çok önem veriyordu..

Şule Yüksel Şenler’in toplantılarının organize, duyuru işlerini de sağlıyordu..

Derneğin düzenlediği “büyük günler” ses getiren etkinliklerdi.. “Vahdet’e Davet” gecesi düzenlediklerinde, bütün gruplardaki hanımları bir araya getirdiler.. Taksim’de muazzam bir program oldu.. En fazla beş bin kişi alan salona, yedi bin kişi gelmişti..

Genç Tayyip bu tür yapılan toplantıların resmî çalışmalarını sağlıyor, yer temin ediyor ve Şule Yüksel Şenler o toplantılarda konuşmasını yapıyordu..

Daha sonra genç Tayyip’in başkanı olduğu gençlik teşkilatının hazırladığı “Erbakan günleri” yapıldı.. Yarıdan itibaren ortada bir podyum ayrılmış; erkekler bir tarafta, hanımlar bir taraftaydı.. Adeta izdiham oluyordu o toplantılarda..

– EMİNE GÜLBARAN’IN RÜYASINDA GÖRDÜĞÜ EVLENECEĞİ GENÇ

O toplantıların birinde, derneğin ikinci başkanı Emine Gülbaran, sunuculuk ve takdimcilik yapan genç Tayyip’i görünce çok dikkatli ve hayretle bakmıştı.. Yanında oturduğu için, Şule Yüksel Şenler bunu fark etti..

“Ne oldu, yüzün kızardı?” dedi..

Emine aynı hayret ve şaşkınlıkla konuştu..

“Gece rüyamda yaşlı, cübbeli, sakallı, başında sarık olan bir zat gördüm.. Elini uzattı, birini işaret ediyordu.. ‘Sen bununla evleneceksin’ diyordu.. Hiç tanımadığım birisi, beyaza yakın krem takım elbiseli, boylu poslu, yakışıklı birisi.. Şule abla, rüyamda gördüğüm erkeği, şimdi toplantıda gördüm çok şaşırdım..”

“Allah Allah,” dedi Şule hanım. “Hayırdır inşallah. Gördüğün kişinin kim olduğunu biliyor musun, öğrenebildin mi?”

“Evet Şule abla. Rüyamda gördüğüm kişi gençlik teşkilatının başındaki sunuculuk ve takdimcilik yapan Tayyip Erdoğan.. Kıyafeti de rüyamdaki gibiydi.. İnanamadım. Üstelik onun da bana baktığını gördüm..”

Şule Yüksel Şenler:

“Hayrolsun inşallah,” dedi yine..

Fatih’te oturan Emine Gülbaran on beş yaşına geldiğinde ağabeyleri örtünmesini istemiş ama örtünmek istememesine rağmen ağabeylerinden korkusuna örtünmek zorunda kalmıştı..

Hatta Hüseyin Gülbaran ağabeyi ona örtünmesi gerektiğini söylediği zaman intihar etmeyi bile düşünmüştü..  “Nasıl olur da örtünürüm!” diyordu.. Çevresinde bir tane örneği yoktu. Köy gibi bir yerde olsa neyse…  (Nasıl Örtündüler, Gülay Atasoy, Nesil Yayınları.)

Genç kızlığı boyunca romanlar, cep fotoromanları okumuştu.. Gardırobunun içinde çeşitli sanatçıların küçük küçük kartpostalları asılıydı.. Türk Sanat Müziği’ni çok seviyordu.. Radyoda da sık sık çalan “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım”, “Mavi dünyam benim ömre bedeldir”, “O ağacın altı”, “Bir gece ansızın gelebilirim”, “Gözlerini gözlerimden ayırma hiç ne olur”, “Eski dostlar, eski dostlar” gibi şarkılar dilindeydi..  Emel Sayın, Neşe Karaböcek ve Ajda Pekkan en sevdiği şarkıcılardı..

Evdeki cumbaya kurulu yatak, akşamları sokak lambasının sarı ışığıyla, ayın beyazı karışarak pencereden içeri süzülürken, genç Emine de o yatakta ya cep fotoromanları ya da sevdiği şairlerin dizelerini okuyordu..

 Necip Fazıl Kısakürek favori şairlerindendi.. Said Nursi’nin ‘Nur Risaleleri’ olmak üzere pek çok dini eser genç Emine’nin hatmettiği kitaplar arasındaydı.. Genç Emine, Karacaahmet Camii’ne de gidiyordu..

Ama ağabeylerinin baskısıyla örtündüğü için karışık duygular içindeydi.. Aslında örtünmek istiyor, fakat çevresinde örtülü kimse olmadığı için kendini yadırgıyordu..

Bu dönemde bir vesileyle Şule Yüksel Şenler ile tanışmış, kıyafeti onu çok etkilemişti.. Bir Müslüman hanımın “hem modern, hem kültürlü, hem de örtülü” olabileceğini görmüştü.. Artık sadece örtünmekle kalmıyor, hanımlara yönelik faaliyetlere de dahil oluyordu..

Genç Emine’ye pek çok talip çıkıyordu ama o, bütün taliplerini reddetmişti. Çünkü kendi kafasında seçimleri vardı. En başta da âşık olduğu bir erkekle evlenmek istiyordu..

Ancak dini görüşleri olduğu için erkeklerle görüşmesi yoktu. Annesi Hayriye Hanım ve babası Cemal Bey, birbirlerine âşık bir çiftti.. Onlar gibi, birbirini seveceği kişiyle evlenmeyi hayal ediyordu..

– GENÇ TAYYİP TOPLANTI YERİNİN AMPÜLLERİNİ TAKARKEN

 Rüyasında gördüğü beyaz takım elbiseli Recep Tayyip Erdoğan, hitabet yeteneği sayesinde hemen her İslami toplantıda sunumlar yapıyor, konferanslara katılıyor, gecelerde şiirler okuyordu.. 

MSP İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığı’na kadar yükselen genç Tayyip, Necip Fazıl Kısakürek hayranlığıyla ve dönemin hızlı hareketi Akıncılar’a yakınlığı ile tanınan bir isimdi.

Necip Fazıl Kısakürek de, genç Tayyip’in sunuculuğunu, takdimini ve şiir okumasını çok beğeniyordu.. Özellikle Sakarya şiirini seslendirmesi çok hoşuna gitmişti..

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

“Ayağa kalk sakarya!” derken bütün salondakilerin tüyleri diken diken oluyordu. Genç Tayyip’in sesinden o şiiri dinlemek bambaşkaydı..

MTTB’de, Akıncılar Derneği’nde ve şimdi Gençlik Kolları’nda sayısız toplantılar düzenlemiş, gençlerle “o zamana dek yapılmadık faaliyetler” göstermiş, en gidilmeyecek yerlere kadar gidip MSP’yi, İslamı anlatmıştı..

Kahvelere gidip insanlarla konuşuyor, sarhoşlarla muhatap oluyor, Beyoğlu barlarına bile gidip oradaki insanlara hiç çekinmeden davasını anlatmanın yolunu buluyordu.. 

Genç Tayyip, ilk kez karşılaştıkları toplantıda, en ön sırada oturup kendisine hayretle ve dikkatle bakan genç kadının kimliğini merak ediyordu..

İkisinin bir iki toplantıda daha birbirlerine baktığını Şule Yüksel Şenler fark etmişti..

Hatta bir gün genç Tayyip, toplantı yerinin lambalarını takarken, Emine’nin bir ara ona baktığını görünce, “Emine istersen hayırlı işe vesile olalım” dedi. Utanan Emine, sesini çıkarmamış, ama gülümsemesiyle rızasının olduğunu belli etmişti..

O günlerde Tenzile Hanım, dostu Şule Yüksel Şenler’den derneklerinden bir kızı oğluna tavsiye etmesini istedi.. Bunun üzerine Tayyip Erdoğan’ı çağırdı..

“Annenin benden bir arzusu var,” deyip Emine’den bahsetti.. “Karşı taraf da boş değil. İster misin bir teşebbüs edelim. Hayırlısıyla dünya evine girersin.”

Tayyip Erdoğan gülerek:

“Abla o derdimi hiç sorma. Bilirsin ben hiçbir kıza gözümü kaldırıp bakmam.. Bu nasıl oldu bilmiyorum, hakikaten bugüne kadar duymadığım bir duyguydu.. Dikkatimi çekti.. Ama annem izin verir mi bilmiyorum.. Çünkü o beni hem Karadenizli, hem çarşaflı bir kızla evlendirmek ister..”

“Ben bir konuşayım bakalım,” dedi. “Nasipse olur.”

Tenzile Hanım, gerçekten de oğlunu İdealist Hanımlar Derneği’nden ama Karadenizli ve çarşaflı bir kızla evlendirmek istiyordu..

Şule Yüksel Şenler, ona bu tercihin, “oğlunun geleceği” açısından iyi bir seçim olmayacağını söyledi..

“Tenzile Hanımcığım, Tayyip evladımızın siyasi geleceği parlak görünüyor. Çok çalışkan, iyi hatip, ileride partide aktif görev alabilir, belki milletvekili olabilir.. Gençler onu çok seviyor.. Erbakan da ona çok değer veriyor.. Gelecekte böyle siyasi makamı olursa çarşaflı bir kızın yanında olması, sıkıntı oluşturur..”

Tenzile Hanım ikna oldu.. Şule Yüksel Şenler, Emine Gülbaran’dan bahsetti, meziyetlerini anlattı, Tayyip’in de ilgisi olduğunu, birbirlerine alaka duyduklarını söyledi. Tenzile Hanım da münasip bulmuştu..

– HEKİMOĞLU İSMAİL’İ ŞOK EDEN HABER

Şule Yüksel Şenler, hanımlar faaliyetinde uygun gördüğü kişileri uygun adaylarla tanıştırma, “yuva kurmalarında aracı olma” gibi hayırlı girişimlerde örnek olmaya çalışıyordu. Tayyip-Emine Erdoğan çiftinin evlenmelerine de vesile olmuştu..

Kendisi “bahtsız bir evlilik” yapmış olmasına rağmen, pek çok dindar genç kızların evliliğine ön ayak olmak onu mutlu ediyordu.. Hz. Ömer rolüyle tanınan eski eşinden beş yıl sonra ayrılmış, o sürede ayrı kaldığı hizmetlere yine kavuşmuştu..

Bir süre sonra eş dost tavsiyesiyle varlıklı ve tanınmış bir avukatla ikinci evliliğini yaptı..

 “Kültürlü, zengin” avukat eşiyle Maltepe’de deniz gören bir evde yaşamaya başladı.. Ancak konferans konferans gezerken soğuktan kaptığı, hapishanede daha da ilerleyen tüberküloz hastalığı, ilk eşinden gördüğü şiddetten kaynaklanan beynindeki rahatsızlık nedeniyle sağlık sorunları yaşıyordu..

Fakat ne olduysa bu evliliği de kötü sonuçlandı..

1986 yılında avukat eşi, Şule Yüksel Şenler’i kapının önüne koydu.. Sokağa atılan Şule Yüksel Şenler, çaresizdi ve kimsesizdi.. Yardım için aradıklarından sadece Hekimoğlu İsmail karşılık verdi.. 

Minyeli Abdullah romanıyla tanınan Hekimoğlu İsmail, durumunu öğrenince şok olmuş, çok üzülmüştü.. Kendisini hiç görmediği, tanımadığı halde, “Şule Yüksel Şenler İslam’a hizmet etmiş bir hanım kardeşimizdir, onu bu halde bırakamayız” dedikten sonra, sahibi olduğu Timaş Yayınları’nın yöneticileri olan oğlu Osman Okçu, Hayati Bayrak ve Mustafa Kılıç’a talimat verdi. “Şule Hanım’a bir ev tutun ve istediği gibi evi döşeyin, ihtiyaçlarını karşılayın.”

Özellikle Mustafa Kılıç, Şule Yüksel Şenler’in “manevi oğlu” gibi oldu, onun alınması gereken eşyalarını aldı, hastanelere getirip götürdü..“Evladı gibi” her türlü hizmetini gördü..

Hekimoğlu İsmail, Şule Yüksel Şenler’in “yıllardır telif alamadığı yerlerden”  kitaplarını Timaş’a aldı.. Şule Yüksel Şenler, böylece kitaplarından telif almaya başladı.. Yayınevinin yönetim kurulunda da yer alan, Milli Gazete sahibi Hazım Oktay Başer de önemli destekler sağladı ve bir süre sonra Şule Yüksel Şenler’e bir ev satın alındı..

– MANEVİ EVLATLARI BUGÜN TÜRKİYE’Yİ YÖNETİYOR

Tabii Şule hanıma her zaman destek olan “manevi kızları” da vardı.. Bunların başında Tayyip Erdoğan ile evlenen Emine Erdoğan geliyordu..

Şule hanımın “hastalıklı” ve “çileli hayatında” en “mutlu olduğu” an, tanışmalarına ve evlenmelerine vesile olduğu genç Tayyip Erdoğan’ın yıllar sonra Başbakan, Cumhurbaşkanı olması ve ülkeyi yönetmesiydi..

Yetişmesinde emeği geçtiği gençler artık “Türkiye’nin önemli makamlarına”  gelmişti. Manevi kızlarından Emine Hanım, Başbakan eşi ve daha sonra Cumhurbaşkanı eşi olmuştu..

Yıllar önce “siyasi geleceği parlak görünüyor” dediği arkadaşının oğlu Tayyip, artık “inançlı” bir Cumhurbaşkanıydı.. Verdiği mücadelenin, çektiği çilelerin “boşa gitmediğini” dünya gözüyle görmüştü..

Şule Yüksel Şenler’in evliliğine vesile olduğu Tayyip Erdoğan, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı süreçlerinde, eşi Emine Erdoğan ile birlikte “manevi annelerine” vefalarını eksik etmediler ve her zaman sahip çıktılar, yanında oldular.. Hastanede yoğun bakımda yatarken Şule Yüksel’in durumuyla yakından ilgilendiler, başhekimden gün gün bilgi aldılar..

Bir devre damgasını vuran Şule Yüksel Şenler’e ve kardeşi Gonca Gülsel Şenler’e  Allah rahmet eylesin.

Odatv.com // Asiye Güldoğan

ERDOĞAN İLE EMİNE ERDOĞAN’I O TANIŞTIRMIŞTI: 28 AĞUSTOS ÇARŞAMBA 2019// 81 YAŞINDAKİ ŞULE YÜKSEL ŞENLER HAYATINI KAYBETTİ..

Gazeteci-yazar, senarist ve modacı kimliği ile tanınan Şenler, AKP’ye yakın ve kimi muhafazakar kadınların örnek aldığı bir isim olarak öne çıktı..

🎗 PEKİ KİMDİR ŞULE YÜKSEL ŞENLER?

Aslen Kıbrıslı olan Şule Yüksel Şenler, babasının memuriyeti dolayısıyla bulundukları Kayseri’de 29 Mayıs 1938’de altı kardeşin üçüncüsü olarak dünyaya geldi. Altı yaşındayken İstanbul’a taşındılar. Kız Eğitim Enstitüsü ortaokul 2’nci sınıfa giderken annesinin hastalığı nedeniyle eğitim hayatını yarıda bırakmak durumunda kaldı, okula gidemedi ama okumaktan vazgeçmedi.

15-18 yaşlarında Peyami Safa, Gökhan Evliyaoğlu gibi isimlerin yazdığı haftalık Yeni İstanbul Gazetesi’nde hikayeleri yayınlandı. 20 yaşında İffet Halim Oruz’un yayın yönetmeni olduğu Kadın Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı.

Gazeteci, yazar Soner Yalçın, 3 Şubat 2008’de Hürriyet gazetesinde yayımlanan “’Şulebaş türban’ tasarımından kara çarşafa uzanan sıradışı bir hayat” başlıklı yazısında Şenler’i şöyle anlatmıştı:

“Hayrünnisa Gül’den Emine Erdoğan’a kadar birçok kadının başlarını bağlama şekline ‘Şulebaş’ deniyor.

Bu başörtüsüne adını veren Şule Yüksel Şenler kimdi? Nasıl ve neden örtündü? Bu türban modelini nasıl buldu? 

Terzilik öğrendiği Ermeni ustasının etkisi oldu mu? Türbandan sonra neden kara çarşafa büründü.?



Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım birlikteliğinin arabulucusu Şule Yüksel Şenler, neden iki kez evlenip boşandı.? 

Türban konusunda Türkiye’de ‘çığır açan’ bir gazeteci-yazarın işte yaşam hikáyesi.

KIBRISLIYDILAR. Babası Hasan Tahsin ile annesi Mihriban Ümran Hanım, teyze çocuklarıydı. Altı kardeştiler: Özer, Örsel, Şule Yüksel, Gonca Gülsel, Tuncer ve Çiğdem. 

Tarih 29 Mayıs 1938. Kayseri. Şule Yüksel dünyaya geldi. Babası, Sümer Fabrikası’nda görevliydi. 6 yıl sonra görevinden ayrıldı. İstanbul’a yerleştiler. 

Bütün aile; anneanneler, babaanneler tüm akraba kadınları modern kıyafetler içinde, zarif ve şık giyiniyorlardı..



Şule Yüksel, Koca Ragıp Paşa İlkokulu’na giderken ailenin ekonomik düzeni bozuldu. Şenler çiftinin çocuklarına okul aile birlikleri yardım etti.

Şule Yüksel, ortaokula kadar okuyabildi. Annesi kalp krizi geçirip yatağa bağlanınca okuldan alındı.

Artık evden çıkmıyor; temizlik yapıyor, yemek pişiriyordu. Arta kalan zamanlarında hep kitap okudu; ne bulursa onu okudu. 

Öyküler yazmaya başladı. Bunları Safa Önal’ın çıkardığı ’Yelpaze’ Dergisi’ne gönderdi. İlk yazarlığa burada adım attı.

Sonra Gökhan Evliyaoğlu, Peyami Safa gibi devrin ünlü isimlerinin bulunduğu ’Yeni İstanbul’ Gazetesi’nin gençlik köşesinde yazmaya başladı..



Bu arada gazetenin ilanlarını hazırlayan Yüksel Bey’den resim dersi aldı. Resim derslerini müzik dersleri takip etti. Ney ve kanun çalmayı öğrendi..



Ağabeyi Özer Şenler, Said-i Nursi’nin yakın çevresi içine girmişti. Ailesinin modern yaşamına; annesi ve kız kardeşlerinin örtünmemesine ve hele hele evde bile olsa kız kardeşlerinin erkek musiki hocalarından ders almasına çok kızıyordu. Bir gün evi terk etti. .



Artık ağabeyi Özer’in yeni bir hayatı vardı. Dizinin dibinden ayrılmadığı Said-i Nursi, ’Özer’ adını da değiştirip ’Üzeyir’ koymuştu! 

Ağabey Özer Şenler’i, Said-i Nursi ile tanıştıran kişi ise, ’Milliyetçiler Derneği’nden arkadaşı Nevzat Yalçıntaş’tı..



Şule Yüksel o günlerde áşık oldu. Lise öğrencisi mahalleli bir gence tutuldu. Aşk karşılıklıydı. Dört yıl flört ettiler..



18 yaşına bastığı gün iki aile yan yana geldi. Ancak bu söz kesme merasimi tatsızlıkla sonuçlandı. Müstakbel kaynanasının, oğlu ve geliniyle aynı evde yaşamak istemesi bu birlikteliğin sonunu getirdi..



Baba Hasan Tahsin Şenler bu teklifi kabul etmedi. Bu acı sonucu mutfakta öğrenen Şule Yüksel bayılıp kaldı.. 



Ve yıllar geçse de bu acı dünür olayını hiç unutamadı. Hatta çocuk sahibi olamamasını da bu olaya bağladı…



Annesi, aşkını unutması için Şule Yüksel’i Bakırköy’de bir Ermeni terzinin yanına çırak verdi. Gencecik yaşında her türlü elbiseyi dikebilecek düzeye geldi. Zamanla kalfalığa kadar yükseldi..



Ermeni ustasının Avrupa’dan getirdiği moda dergilerini elinden düşürmedi. Bu dergilerde gördüklerinden etkilenip ileride ’Şulebaş Türban’ tasarımı ortaya çıkaracağını kuşkusuz tahmin bile edemezdi…



Moda magazin dergilerini elinden hiç düşürmedi ama siyasi olaylara da ilgisiz kalmadı. 1950’li yıllarda başlayan Kıbrıs mitinglerine katıldı. Ata yurdunu unutmamıştı. Mitinglerde kürsüye çıkıp ağlayarak şiirler okudu..



27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurulan Adalet Partisi’ne katıldı. AP Bakırköy Gençlik Kolları, Edebiyat ve Kültür Kolu Başkanı oldu..



Faruk Nafiz Çamlıbel’in çıkardığı ’Kadın Gazetesi’nde köşe yazmaya başladı. Asıl adı ’Yüksel’ idi. Ama kadın olduğunun anlaşılması için adının önüne ’Şule’ ekledi..

 

O artık ’Şule Yüksel Şenler’ idi. O dönem siyasal görüş olarak aşırı milliyetçi Nihat Atsız’a yakınlaştı. Ama ağabeyi Özer’in (Üzeyir) hastalığı yaşamını değiştirdi..



Ağabeyi sarılıktı. Annesi, kız kardeşleri hastanede başında beklediler günlerce. Ağabeyi kendine gelince onlardan son bir istekte bulundu: ’Örtünün!’

Şule Yüksel sinirlendi: ’Ağabey, neden bizden yapamayacağımız şeyler istiyorsun?’

Ağabeyi, ’O halde Risale-i Nur toplantılarına katılın’ dedi. Ağabeyin ölüm döşeğinde morale ihtiyacı vardı. Kabul ettiler. Risale-i Nur toplantılarına aileden ilk olarak Şule Yüksel Şenler gitti.

Bir evde beyaz örtüler içindeki on kadın, karşılarında başı açık, modern kıyafetli ve üstelik kendilerine göre hayli dekolte bir elbise içinde onu görünce çok şaşırdı. 

Şule Yüksel eteğini çekiştirip, manikürlü ojeli parmaklarını saklayarak bir köşeye çekilip oturdu. Risaleleri dinlemeye başladı. 

Hiçbir şey anlamadı. Sıkıldı. Birkaç toplantıdan sonra kadınlardan biri, ojeli tırnaklarını ’orangutan maymunlarına’ benzetince çok utandı. Kendini ’düzeltmeye’ önce tırnaklarından başladı, artık oje yoktu.

Sonra kadınlar başını örtmesini istedi. O da, ’ayıp olmasın’ diye başını yarım örtmeye başladı.

‘Ağabeyin çok iyi okuyor, bakalım sen nasıl okuyacaksın’ diye eline risaleleri verdiler. Çok güzel okudu; kadınlar hayran kaldı.

Takdir edilmek, kabul görmek çok hoşuna gitti.

O günden sonra namaza başladı.

🎗 PAPA’NIN GELİŞİNE KARŞI



Örtünmesiyle birlikte çalıştığı yayın organı da değişti. Yeni yayın organıyla birlikte artık davalar süreci de başlayacaktı..



26 Ocak 1967 tarihinde Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı ’Yeni İstiklal’ Gazetesi, Pakistan’da üniversiteye, ellerinde kitapları kara çarşaf içinde giden üç genç kızın fotoğrafını basıp, yanına da Şule Yüksel Şenler’in, ’Müslüman kadınların örtünmesi şarttır’ diyen yazısını koyunca, Türk Kadınlar Birliği dava açtı..



Şule Yüksel Şenler ilk kez mahkemeyle tanıştı. Ama bu son olmayacak; iki kez de cezaevine girecekti. Anadolu’nun her yanında seminerler vermeye başladı.

Şule Yüksel gibi İstanbul’da yaşayan modern bir kadının örtünmesi, ’itilmişlik duygusu’ içindeki çevrelerde memnuniyet yarattı..



Her gün bir yerde panele katıldı. ’Başı açık kadınlara laf atılıyor; oysa kapalı kadınlara ana-bacı gözüyle bakılıyor’ diyordu. 

Laf atan Müslüman erkeği değil de, laf yiyen Müslüman kadını düzeltmeye çalışıyordu!.



Said-i Nursi hayranıydı. ’Bugün’ Gazetesi’nde Necip Fazıl Kısakürek, Said-i Nursi’nin evlenmeyişini ve sakal bırakmayışını eleştirince en sert tepkiyi o gösterdi..



Giderek radikalleşti. 1967 yılında Papa’nın Türkiye’ye gelmesine karşı çıkıp, ’Ağlayın ey Müslüman kardeşlerim ağlayın’ diye makale yazdı..



Ankara’da İmam Hatiplere ve İlahiyata Kız Yetiştirme Kursu açılmasını sağlayıp, müdür oldu..

 

Öğrencileri onun gibi ’Şulebaş’ türban takmaya başladı. Bu kurstan yetişen öğrencilerden biri de ünlü gazeteci Abdurrahman Dilipak’ın eşi Asiye Hanım’dı..



Tayyip Erdoğan İle Emİne Hanım’In evliliklerinde arabulucu oldu.

Yaşadığı ilk aşk ve ilk hayal kırıklığının da etkisiyle yıllar sonra ’Huzur Sokağı’ adlı romanını yazdı. Bestseller oldu. Ünlendi..



Roman, ’Birleşen Yollar’ adıyla 1970’te sinemaya uyarlandı; yönetmen Yücel Çakmaklı’nın İslami içerikli ilk filmi oldu. Başrolde Türkan Şoray ile İzzet Günay vardı..

 

Başörtüsü sinemaya girmişti…



32 yaşındaki Yüksel Şule Şenler o yıl evlendi. Eşi, ilahiyat mezunu tiyatrocu Abdullah Kars idi. Şehir şehir dolayıp İslami tiyatro yapıyordu. 

Yani aynı zamanda dava arkadaşıydılar. Evlenmelerine Risale-i Nur talebelerinden Sait Özdemir vesile olmuştu..



Gelinliğin modelini Şule Yüksel Şenler çizdi. Kadın-erkek ayrı ayrı yapılan düğün, müziksiz ve danssız oldu. Davetiyelere ilk kez ayet ve hadis konmuştu. Konukların tesettüre uygun giyinmesi istenmişti.



Fakat:

Bu İslami düğün mutluluk getirmedi. Eşi, Şule Yüksel’i hep dövdü. Toplantılarda, ’Eziyet gören kadının sabrettiği takdirde Allah katında büyük derecelere ulaşacağını’ söyleyen Şule Yüksel’in dayanacak gücü kalmadı. 



Beş yıllık evlilik hüsranla bitti; boşandılar.

KOCA BASKISI



Hayat devam ediyordu. Koca baskısından kurtulmuştu. Tekrar panellere gitmeye; gazetelere, dergilere yazmaya başladı..



‘İdealist Hanımlar Derneği’ni kurdu. Manevi başkanı oldu..



Derneğe gelen genç kızlar arasında, Emine Gülbaran (Erdoğan) da vardı. Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım’ın evliliklerinde arabulucu olan isim de Şule Yüksel Şenler’di..



Bu arada ikinci evliliğini yaptı. Eşi Kanada’da yaşamış bir maden mühendisiydi. Daha önce evlenmiş ama eşini kaybetmişti..

 

Bir kızı vardı. (Şule Yüksel Şenler, üvey kızının yaşamına saygısından dolayı, eşinin adının yazılmasını istemedi.) 



Şule Yüksel Şenler için damat adayının en önemli özelliği, namazında niyazında olmasıydı..



Evlendiler. Bakırköy’de dubleks bir apartman katına yerleştiler. Eşi dolayısıyla yeni çevre edindi. Yeni çevre, Nakşibendi İsmailağa Cemaati’ydi..



Burada tanıştığı kadınlardan; simsiyah çarşaf giyen Dr. Sevim Asımgil, yaşamında ikinci radikal değişime neden oldu..

 

‘İslamiyet’ten soğutuyor’, ‘Mümkün değil çarşaf giymem’ diyen Şule Yüksel Şenler bir gün kara çarşafa giriverdi..



Modern başörtüsüyle başlayan süreç, kara çarşafa gelip dayanıvermişti. Tercih kendinindi kuşkusuz. Ama ortada bir reel durum da yok muydu?.



Ağabeyinin isteğiyle Nurcu olup türban takan Şule Yüksel Şenler, bu kez eşinin isteğiyle Nakşibendi olup kara çarşafa girivermişti!.

KARA ÇARŞAF GİYİYOR



Türban takarak modern hayat sürdüren çevresini şaşırtan Şule Yüksel Şenler, bu kez kara çarşafa girerek türbanlı arkadaşlarını hayretler içinde bıraktı..

 

Türbanlı arkadaşlarından koptu. Eşiyle ve üvey kızıyla Fatih Çarşamba’ya yerleşti.. Milli Gazete’deki yazılarına son verdi..



Bir gün Başbakan Erdoğan’ın dünürü, gazetenin başyazarı Sadık Albayrak İsmailağa Cemaati şeyhi Mahmut Hoca’ya gelerek, Şenler’in tekrar Milli Gazete’de yazması için izin istedi..



Şeyh Mahmut Hoca, istiharede olan Şenler’in durumuna göre, belli konularda yazmamak üzere izin verebileceğini söyledi..



İki erkek Şule Yüksel Şenler hakkında karar verirken; o dönemde Şule Yüksel Şenler’in derdi başkaydı..



İkinci kocası da fiziki şiddet uyguluyordu. Her seferinde şeyhine koşuyor ama Mahmut Hoca, ‘Hele sabret’ diyordu. 11 yıl sabretti..

 

Boşandı. Boşanmasıyla birlikte, İsmailağa Cemaati kendisiyle tüm ilişkisini kesti! Yapayalnız kaldı..

– AKIL HASTANESİNDE



Annesi Ümran Hanım vefat etmişti. Babasının yanına taşındı. Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığına başladı. Sorunlar yakasını bırakmadı..

 

Babası Hasan Tahsin ağır psikolojik hastaydı; hafızasını kaybetmişti. Bir gün evden çıktı ve geri dönmedi..

 

Akıl hastası Hasan Tahsin’i vatandaşlar, Bakırköy Akıl Hastanesi’ne götürdü. Hastanede diğer hastalardan dayak yiyen Hasan Tahsin vefat etti..



Aynı hastalık Şule Yüksel Şenler’e de bela oldu.. Hafızasını kaybetti. Kimseyi bilemedi ve tanıyamadı.. Kıblenin nerede olduğunu, namazda hangi duaları hangi sırayla okuyacağını soruyordu hep..



Aynı zamanda uyuyamıyor; sabaha kadar ağlıyordu. Doktorlar sürekli uyuttular. Bu ağır yorucu hayat beynini, vücudunu yıpratmıştı. Kimbilir belki de akraba evliliği sonucuydu çektiği bu ıstıraplar?


🎗 SONUÇ 



Şule Yüksel Şenler’in yaşamı, aslında toplumsal hayatımızın dönüşümüyle paralellik gösteriyor; yani Türkiye bugünlerde ’ağabey’ baskısı altında örtünüp örtünmemeyi tartışıyor.. 

Bundan sonra nelerin yaşanacağını Şule Yüksel Şenler’in yaşam hikáyesi anlatıyor zaten..

🎗 ERDOĞAN’DAN AÇIKLAMA

Erdoğan, Şule Yüksel Şenler’in vefat haberini üzüntüyle öğrendiğine dair resmi Twitter hesabından paylaşımda bulundu. Erdoğan paylaşımında, “Başörtüsü mücadelesinin öncü isimlerinden, ömrünü gençliğin şuurlandırılmasına adayan değerli yazar Şule Yüksel Şenler Hanımefendi’nin vefatını üzüntüyle öğrendim. Kendilerine Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Mekânı cennet olsun” ifadelerini kullandı.

🎗 Erdoğan: Biz bu toplantıyı yaparken başkaları başka toplantı yapıyor
Erdoğan Şule Yüksel Şenler için çekilen belgeselin tanıtım toplantısında muhalefet liderlerinin toplantısına gönderme yaptı..
  • Erdoğan:

“İnancın, düşüncenin, mücadelesini verenlerin ardından gidenlerle bu toplantıyı yaparken bir diğer tarafta da başkaları başka toplantılar yapıyorlar..”

Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan Atatürk Kültür Merkezi’nde Şule Yüksel Şenler Vakfı’nın Şule Belgeseli 28 Şubat Özel Programı’na katıldı..

  • Erdoğan:

“Sözlerimin hemen başında, maruz kaldıkları onca şantaja, baskıya rağmen milletin emanetine yiğitçe sahip çıkan ve daha sonraki yıllarda ebedî âleme uğurladığımız, 54. Hükûmet’in Başbakanı, Millî Görüş Hareketi’nin lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca’mıza, ‘Namlusunu millete çeviren tanka selam durmam’ diyen Muhsin Yazıcıoğlu kardeşime, ‘Darbe olursa tankın üzerine çıkarım’ diyen Hasan Celal Güzel Beyefendi’ye siyaset, medya, bürokrasi, fikir dünyamız içindeki namus ve karakter sahibi herkese bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum..

Milletimiz o meşum günlerde dik duranlarla, darbeye ve darbecilere alkış tutanları asla unutmamıştır, unutmayacaktır. Bu millet, darbecileri ve darbeye destek verenleri önce sandıkta, ardından da maşeri vicdanda mahkûm etmiştir..

Biz bugün burada fikrin, inancın, düşüncenin mücadelesini verenlerin ardından gidenlerle bu toplantıyı yaparken, bir diğer tarafta da başkaları başka türlü toplantılar yapıyorlar. Fakat bizler, siyaset kurumunun ne anlama geldiğini gösterdik ve göstermeye devam edeceğiz. Az önce, Şule belgeselinde de izlediğimiz gibi bu ülkede demek ki bu bağımsızlık mücadelesini fikrin, düşüncenin, inancın verenler olduğu gibi maalesef bunun tam aksinin mücadelesini verenler var. Kıyamete kadar da olacak, bunu da bilelim. Fakat bunlar böyledir diye biz yolumuzdan hiçbir zaman geri duramayız. Ve aynı şekilde yolumuza devam edeceğiz. Unutmayalım, siyaset kurumu 12 Eylül ve 28 Şubat müdahalesinin aktörlerinin hak ettikleri cezalara çarpıtılması için bizim dönemimizde üzerine düşen sorumluluğu layıkıyla yerine getirmiştir. Millet iradesine kastedenler işledikleri suçların hesabını, milletin vicdanı yanında tarihte ilk kez hukuk önünde de vermek zorunda kalmışlardır. Böylece Türk demokrasisi rüştünü ispat ederken, siyaset müessesesi de 1960’tan beri süregelen bir burukluğundan kendini kurtarmıştır.”

‘Şule’ belgeselinin kısa tanıtım videosunu izlediklerini belirten Erdoğan Şule Yüksel’in zorlu bir hayat yaşamasına rağmen geri adım atmadığını anlatarak “Şimdi karşımda yüzlerce, binlerce Şuleleri gördüğüm için Rabbime hamdediyorum” ifadesini kullandı.. 

” AKP Türkiye’sinde doğan çocukların özgürlüklerinin kıymetini bilmeliler”
  • Erdoğan:

“Tek parti zihniyetinin gerçek yüzünü, darbelerin bu milletin gönlünde açtığı yaraları, vesayetçilerin ülkemiz ekonomisine ve demokrasisine verdiği zararları yeni nesillere bıkmadan, usanmadan anlatmalıyız. Diğer türlü yaşananların hafızalarda silinip gitmesine mani olamayız. Zira unutmayın hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Bunu bilerek her an bu bilinenler unutulur, bu gerçekten hareketle dikkatle yolumuza devam etmeliyiz. Kıssadan hisse kapmak. Yaşadığımız acıların tekrarının önüne geçmek ancak onlardan ders çıkarmakla mümkündür..”

Odatv.com

İLGİLİ HABER


Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: