.
✳MADIMAK OTELİ’Nİ YAKMAYA GELEN İKİ KİŞİ, DOKUZ YIL SONRA ANITTAN KALDIRILDI..!
“Sivas Valiliği, Madımak Oteli’ndeki anıtta isimleri yazan iki saldırgandan Ahmet Alan ve Hakan Türkgil’in adını anıttan kaldırdı..!”

İsimlerin kaldırılması için dokuz yıldır tepkiler sürüyordu..

Pir Sultan Abdal Kültür etkinliklerine katılmak için gelen 33 sanatçı ve aydın, 2 Temmuz 1993’te gerici yobaz kalkışma sonucu Madımak Oteli’nde yakılarak katledilmişti..

✅Katliamda oteli yakmak için gelen Ahmet Alan ve Hakan Türkgil otel yangınında hayatını kaybetti..

Otelin altı uzun yıllar kebapçı lokantası olarak işletildi. Kebapçı, tepkiler sonucu kapatıldı..

Sivas Özel İdaresi, oteli kamulaştırarak bilim ve kültür merkezine dönüştürdü ve giriş katına da yaşamını yitiren 33 aydın ile sanatçı için anı köşesi yapıldı..Ancak anı köşesinde oteli yakmak için gelen Ahmet Alan ve Hakan Türkgil’in de isimleri yer aldı..

Tepki çeken bu duruma karşı Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Sivas Şubesi, iki ismin kaldırılması için defalarca Sivas Valiliği’ne başvurdu ancak sonuç alamadı..

Valilik: “Biz olayda yaşamını yitiren herkes için anı köşesi yaptık..” açıklamasını yaptı.

Madımak Oteli’ni yakmaya gelen iki kişi, dokuz yıl sonra anıttan kaldırıldı

Katliamda yakınlarını yitiren aileler, 2 Temmuz’da yapılan anma etkinliklerinde, “O iki katilin ismi orada olduğu sürece biz anı köşesine girmeyeceğiz” diyerek tepki gösterdi..

Katliamda kardeşi Gülsüm Karababa’yı kaybeden Hüseyin Karabab, kardeşinin isminin anı köşesinden çıkarılması için mahkemeye başvurmuştu..

Eski Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Gani Kaplan da 12 Haziran 2021’de İçişleri Bakanlığı’na verdiği dilekçeyle isimlerin kaldırılması talebinde bulundu..

Yapılan bunca şikâyet sonrası, iki isim anı köşesinden çıkarıldı..

  • Kaplan:

“O iki katil artık şehitlerimizi rahatsız etmeyecek. Talebimizden yedi ay sonra iki katilin ismi şehitlerimizin arasından çıkarıldı” dedi. 

“ACILARIMIZ HAFİFLEMEDİ..!”

2 Temmuz 1993 Madımak Katliamı’nda biri 10, diğeri 14 yaşında Koray ve Menekşe Kaya’yı yitiren Hüsne Kaya şunları söyledi..

  • Hüsne Kaya:

“Acılarımız hafiflemedi” diye tepki gösterdi. 29 yıldır Madımak katliamı davasının sürdüğünü belirten Hüsne Kaya, “Biz otelin utanç müzesi olmasını istedik, onlar bilim, kültür merkezi yaptılar. Girişte bir bölüme çocuklarımızın adını yazıp anı köşesi oluşturdular ve o iki katilin ismini de başköşeye yazdılar. Şehit aileleri olarak bizim acılarımız hafiflemedi..”

Cumhuriyet//Mehmet Menekşe

NE OLMUŞTU?

✳MADIMAK KATLİAMI DAVASINA DEVAM EDİLDİ..!
Sivas katliamının üç firarisi ‘kaçak’ sayıldı..!”

Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Sivas katliamı davasında gazete ilanına karşın duruşmaya gelmeyen firari sanıklar Murat Songur, Eren Ceylan ve Murat Karataş’ın kaçak sayılmalarına karar verdi. .

2 Temmuz 1993 yılında Madımak Oteli’nde 35 aydının yakılarak katletilmesine ilişkin kırmızıbültenle aranan firari sanıklar Murat Songur, Eren Ceylan ve Murat Karataş’ın yargılanmasına Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devamedildi..

Duruşmaya MadımakOteli’nde öldürülen şair Uğur Kaynar’ın kardeşi Soner Kaynar, müdahil ailelerinin avukatları ile Tunceli Dayanışma ve Kültür Vakfı, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Ankara Divriği Kültür Derneği’nin avukatları katıldı.

Vakıf ve dernek avukatları söz alarak, olayların yaşandığı şenliğin tertip komitesinde üyelerinin yer aldığını, bazı üyelerinin de olaylar sonucu hayatını kaybettiklerini ifadeetti ve davaya müdahillik talebinde bulundu.

Müdahil avukatlarından Şenal Sarıhan, 10 Mayıs 2019’daki celsede, olaylarda hayatını kaybeden veya sağ kurtulan bazı kişiler adına da müdahillik talebinde bulunduklarını ancak henüz bukonunun karara bağlanmadığını bildirdi.

Mahkeme, cumhuriyet savcısının da görüşü doğrultusunda, Madımak Oteli’nde öldürülen şair Uğur Kaynar’ın kardeşi Soner Kaynar’ın davaya müdahilliğine karar verirken, vakıf ve derneklerin müdahillik talebini suçtan doğrudan zarar görmedikleri gerekçesiyle reddetti.

Avukat Sarıhan’ın beyanında geçen maktuller Serpil Canik, Nesimi Çimen ve Carina Cuanna Thuijs’nın yakınlarıyla olaylardan sağ kurtulan kimi kişilerin müdahillik taleplerinin incelemeye alınmasına karar veren mahkeme, mahkeme başvurmayan sanıkların, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 247. maddesi uyarınca “kaçak” sayılmalarını kararlaştırdı.

Sanıklar hakkındaki yakalama emirlerinin devamına ve Sonkur hakkındaki iade talebinin beklenmesine de hükmeden mahkeme, davayı erteledi.

SİVAS EMNİYETİ’NE GÖRE MADIMAK KATLİAMI BİR ‘OLAY”DAN İBARET..!

Emniyet böyle diyorsa valilik de, İçişleri Bakanlığı da, Cumhurbaşkanlığı da böyle dediğinden. Muhalefet de bu inkârcı dilden muaf değil.

Bu dil son Maraş anmalarında katliam mağdurlarını ‘taraf’ göstermeye kadar varmıştı. Bu dil, ‘katliam imkânı”nı elden bırakmak istemeyen tehlikeli ve kirli bir dildir. Meclis de ‘katliam’ lafını kaba bularak ne kadar resmi olduğunu göstermişti bu dilin.

Sivas İl Emniyet Müdürlüğü internet sitesinde, bugünkü 2 Temmuz katliamı anmaları nedeniyle alınacak tedbirleri açıklarken, katliamdan ‘2 Temmuz Madımak Oteli Olayları’ adlandırmasıyla söz ediyor.

Emniyet, hani suç işlenmesin diye var olduğu söylenen kuruluş, hani suç işlenince suçluları bulmakla görevli kuruluş, ‘suç”un adını bilmiyor mu peki? ‘Olay’ mı bunun adı? İkisi otel görevlisi 35 kişi katledilmiş.

Emniyet Müdürlüğü, teoride tarafsız bürokrasinin bir birimi. Kullandığı dil, ait olduğu resmi yapının, devlet denilen şeyin meseleye bakışını yansıtmak zorunda. Öyle müdürünün, halkla ilişkiler uzmanının karar vereceği şeyler değil bunlar. Emniyet müdürü böyle diyorsa vali de böyle diyordur. Vali böyle diyorsa içişleri bakanı da böyle diyordur. İçişleri bakanı böyle diyorsa cumhurbaşkanı da böyle diyordur.

DEVLET-MİLLET EL ELE ‘OLAY’A..!

Ne önemi var bunun diyeceksiniz, şu önemi var: Sivas katliamı daha işlenirken iş başında olan devlet görevlileri ve aklı, otelin önünde toplanıp can, kan isteyen, Kafirler için yaşasın cehennem’ diye bağıran saldırgan güruhun aklı burada kesişiyor.

Saldırganlar nasıl ki cinayet işlemedikleri, bir hakkı yerine getirdikleri fikrini taşıyor idilerse katliama katliam demekten kaçınan resmi ya da gayrı resmi birim yetkilileri ve sair kişiler de aynı fikri taşıyorlar. Bir inkâr yöntemi bu, en özetle.

İnkar sadece suçtan kurtulmayı amaçlamıyor elbette, suç imkanını elde tutmayı da gözeten bir strateji.

Devlet aklıyla saldırgan aklının kesiştiği her yerde cinayetler, kıyımlar var: Maraş da buydu, Tokat da buydu, Çorum da buydu. Neredeyse herkesin kanıksadığı ‘6-7 Eylül olayları’ da budur.

İKTİDAR-MUHALEFET VE TAHRİK..!”

Madımak katliamını katliam dışında bir şey olarak sunma çabası, yakın zamanda Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun ağzından da kendisini gösterdi. Karamollaoğlu, saldırgan güruhun öldürme kastı olmadığı fikrini işliyordu, ‘Katliam denemez’ derken. Pencereyi açsalardı ölmezlerdi, dedi en özetle.

Katliamın hemen ertesinde saldırganlarla duygudaşlık içindeki kamu görevlileri, siyasal oluşumlar ve ikisinin de şak şakçısı medya karaktersizleri ‘tahrik’ tezine sarılmıştı dört elle. Kimi bütün günahın Aziz Nesin’de olduğunu, baş provokatör, tahrikçinin o olduğunu söylüyor, böylece ölenlerin günahından kendi vicdanını eli benzinli, ağzı ölüm çığlıklarıyla dolu saldırganları temize çekiyordu.

‘Tahrik’ tezine başvurduğu için özür dileyen tek kişi biliyorum ben.

Olaycılık, tahrikçilik, saldırganların ‘halk’ olarak adlandırılması, saldırıya uğrayanda ‘kusur’ bulma merakı, bir soruya cevap vermekten kaçmaya da yarar: Nasıl oluyor da binlerce kişi, aynı ülkede, aynı şehirde, aynı mahallede oturan kişileri, yurttaşlarını ve komşularını öldürmeye bu kadar hevesli olabilir?

ÖRNEKLERDEN ÖRNEK BEĞEN..!”

Bu inkarcılık, bu haklılaştırma ya da suçu hafifletme stratejileri, benzer cinayetlerin, katliamların tekrar etme potansiyelinin altındaki en önemli nedenlerden biridir.

‘Tahrik olmuş vatandaşlar’ yani özünde masum kişilerin korkutucu potansiyelini elde tutmak isteyen gücün aklıdır bu, yakın dönemde çok gördük: Kemal Kılıçdaroğlu’na linç girişimi sırası ve sonrasında mesela, mesela mezardan cenaze çıkarttıran siyasi nebbaşların çektirdikleri fotoğraflarda, yeni ‘nefret’ hedeflerinden ‘Suriyeliler’ her gündeme geldiğinde…

MARAŞ ‘OLAY’I: ÖLEN TARAF, KALAN TARAF..!

Bu inkarcı aklın en çarpıcı örneklerinden birini de yedi ay önce, Maraş katliamı anmaları nedeniyle ‘ananları’ suçlu ilan eden iktidar partisi milletvekillerinde görmüştük:

Geçen yılın son ayında, 22 Aralık 2018’de beş AKP milletvekili, Celalettin Güvenç, Ahmet Özdemir, Cihat Sezal, Habibe Öçal ve İmran Kılıç kameraların karşısına geçti. Uzun uzun konuştular. ‘Katliam’ lafı hiç geçmedi, onlar da ‘olay”cıydı. Katliamın sorumlusu olarak ‘sol örgütler’ başta bir takım karanlık güçleri gösteriyor, şu andaki iktidarlarının küçük ama sinirli ortağı MHP’den ve ülkücülerden hiç bahsetmiyorlardı. Konuşmada, ‘anmacılar”ın ‘Maraş dışından, hatta Türkiye dışından’ geldiklerine dikkat çekiliyordu.

Katliam kınaması ve mağdurları anmaya ‘yerli’ olma koşulu getirmişti iktidar partisinin beşlisi. Bir de, yine ‘sol örgütlerin’, ‘olayları tek taraflı aktardığı”nı dile getiriyorlardı? Tek taraflı? Taraflı? Bir katliam varsa, katliama uğramış olanlar bir taraf mı sayılır?

‘KATLİAM’DAN DEĞİL LAFINDAN İNCİNENLER VAR..!”

Evet. Bu bir ‘taraf’ olma meselesidir. Katliamcıysanız zaten öyle gördüğünüz için katletmişsinizdir. Değilsek? Katliamcılarla, kırımcılarla, kıyımcılarla, soykırımcılarla aynı taraf değilsek, katliamcıları aklayan, saklayan, öven, suçu hafifseyen, hafifleten, örten işlerden ve sözlerden uzak duracağızdır elbet. Ne var ki yetmez bu. Anma elbet gerekli, yas elbet gerekli, ama bu dile, bu söyleme, bu nutka ve bunu kullanan, yayan mekanizmalara ve kişilere karşı çıkmaktan vazgeçmemek lazım, her an. Onlar her an iş başında çünkü.

Daha iki yıl önce, 19 Aralık 2017’de TBMM Başkanlığı, bir önergeyi içindeki ‘katliam’ kelimesinden ötürü reddetmişti. Meclis Başkanı İsmail Kahraman, şu iki cümledeki ‘katliam’ kelimelerini, ‘kaba’ bulmuştu.

”Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Aleviler, Cumhuriyet tarihi boyunca katliam ve baskılarla karşı karşıya kaldı. Sivas ve Maraş, Çorum, Gazi ve Malatya katliamları, Türkiye tarihinin utanç verici katliamları olmaya devam etmektedir.”

Ondan on gün kadar sonra bu sefer 28 Aralık 2017’de Roboski hakkındaki bir önerge aynı gerekçeyle reddedilmişti: ‘Kaba ve yaralayıcı.’

NOTLAR..!

1) Sivas İl Emniyet Müdürlüğü internet sitesindeki açıklamanın metni:

2 Temmuz Madımak Oteli Olayları Nedeniyle Alınacak Trafik Tedbirleri

02.07.2019 Salı günü ilimizde yapılacak olan “Madımak Oteli Olayları 26. Yılı Anma Programı” nedeniyle 01.07.2019 Pazartesi günü saat 20:00 itibari ile bazı cadde ve sokaklar üzerine araç parkına izin verilmeyecektir.

02.07.2019 Salı günü saat 07:00’ dan itibaren, yürüyüş güzergâhının başlangıcı olan; Seyrantepe Caddesi, Fidanlık Caddesi, Yeditepe Caddesi, Seyrantepe Kavşağından, Mehmet Akif Ersoy Caddesi, Hikmet Boran Caddesi, Mevlana Caddesi, Hikmet Işık Caddesi, Atatürk Caddesi, Afyon Sokak, Bankalar Caddesi, Aliağa Cami Sokak, Ordu evi önü, Bekir Sami Kunduk Caddesi ve bu sokaklara açılan cadde ve sokak girişlerine araçların park yapılmaması, vatandaşlarımızın mağduriyet yaşanmaması için gerekli hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir.

01.07.2019 Pazartesi günü saat 20:00’dan itibaren belirtilen bölgelerde park edilmiş araçlar çekici marifetiyle kaldırılacaktır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

2) CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Dersim, Maraş ya da Madımak söz konusu olduğunda, iktidarın olağan suçlama hedeflerindendir.

Fakat Kemal Kılıçdaroğlu Maraş katliamını anmak için attığı bir tweet’te bu ‘olay”cı dile müracaat ederek, inkar stratejisinin etkisinde olduğunu gösterdi. ‘Devlet aklı’ mı bu, yoksa ‘çatışmacı üsluptan kaçınma’ kararının bir parçası mı bilemeyiz, ama tweet’in tamamı inkarcı örtmecenin örneklerinden biriydi:

”Maraş olayları tarihimizdeki en büyük utançlardan biridir. Çok sesliliğin güzelleştirdiği bu topraklarda kardeşliği hakim kılmak hem kaybettiğimiz insanlara vicdan borcumuz hem de güzel bir Türkiye için en önemli görevimizdir.”

3) Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemde. 03.04.2012 yılında AKP grup toplantısındaki sözlerinden bir kesit:

”Şimdi CHP ne yapıyor? Sanki Sivas dosyası kapanmış gibi, sanki bu olayın üzeri örtülmüş gibi bir hava yayıyor. Bakın şurada göğsümü gere gere söylüyorum ha, açıkça… Sivas’ta benim önümü kesen çok kız kardeşlerimiz oldu, yani ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum olanların kızları oldu. Hüngür hüngür ağlıyorlar ve babalarının olayların içerisinde olmadığını, sadece duyurularla bu işin içerisine sokuşturulduğunu söyleyen ve bunun için de hüngür hüngür ağlayanlar… Peki bunları nereye koyacaksın? Sen CHP Genel Başkanı olarak önüne tutuşturulmuş bir listeyle kalkıp hemen rahatlıkla infazcı yapıyorsun. Bu kadar insan, şu anda onlar içeride. Ölüyü yargılıyorlar, ölüyü. İkide bir yani orada bütün o mücadelede ‘durun’ diyen, engellemeye çalışan insanı sürekli olarak medya kurban seçti ve medyanın kurban seçtiği o insan şu anda ölü, hala yargılamaya devam ediyorlar. Böyle bir yaklaşım olur mu?

Aynı şekilde, başta Alevi vatandaşlarımız olmak üzere içlerinde bu tahrike gelenler var. Bu tür tahriki hep birlikte engellememiz lazım. Asla galeyana gelmememiz lazım. Sayın Kılıçdaroğlu, değerli CHP’li arkadaşlarım, Allah aşkına soruyorum; Sivas olayı olduğunda iktidarda kim vardı? AKP mi vardı? DYP ve sizin geçmişiniz olan SHP koalisyon hükümeti vardı. Yani bugünün CHP’si o olaylar yaşandığında SHP adı altında iktidarın ortağıydı. Siz aslında oradaki suçun da ortağısınız. Merhum İnönü, Sivas olayları olduğunda başbakan yardımcısıydı. Sivas olaylarından sonra da hükümet ortağı olarak yıllarca hükümette bulunmaya devam ettiniz. 52’nci hükümette CHP ortaktı. 55’inci hükümette merhum Ecevit hükümet ortağıydı. 56’ncı, 57’nci hükümetler DSP hükümetiydi. Sivas olayını çözmediler, çözemediler. Sivas olaylarının üzerine gitmediler, gidemediler. Şimdi çıkmış faturayı AKP’ye kesmeye çalışıyorlar. O zaman AKP diye bir parti de yok. Sen bir yandan çetelere kol kanat gereceksin, bir yandan çetelere avukatlık yapacaksın, sonra da çıkıp Sivas olaylarından dolayı AKP’yi suçlayacaksın…”

Erdoğan bu konuşmayı, Madımak katliamı yargılamalarında bazı zanlılar için zamanaşımı kararı verildikten sonra kendisine yöneltilen eleştirilere cevaben yaptı. Erdoğan, kararın hayırlı olmasını dilemişti.

4) Katliam anmalarına alerjisi olan ‘devlet bürokrasisi’ birimlerinden biri de Kahramanmaraş Valiliği’dir. Valilik 2017’da ‘olay’ demek zorunda bile kalmamış, bir ay boyunca her şeyi yasaklayarak işi çözmüştü, o açıklamadan:

”İdarece; ilimiz sınırları içerisinde tesis olan huzur ve güven ortamı ile milli güvenlik ve kamu düzeninin bozulmaması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. Maddesi, 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi, 2935 Sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11. Maddesi (m) bendi doğrultusunda il genelinde yapılacak toplantı, gösteri yürüyüşü, miting, anma etkinliği, çadır kurma, stant açma, basın açıklaması ve benzeri etkinliklerin 12.12.2017 günü saat: 08.00’den 12.01.2018 günü saat: 17.00’e kadar yasaklanmıştır.”

5) AKP milletvekili, Celalettin Güvenç, Ahmet Özdemir, Cihat Sezal, Habibe Öçal ve İmran Kılıç’ın “Maraş savunması”ndan kesitler:

”22 Aralık 1978, 12 Eylül öncesinde ülkemizi bölmek, parçalamak isteyen onun için halkı birbirine düşürenlerin birçok ilimizde tezgâhladıkları olaylardan birisi olan Kahramanmaraş olaylarının yıldönümüdür. Bu yıl dönümlerinde çeşitli sol grupların yazılı ve görsel basında yaptıkları tek taraflı açıklamalar ile başta şehrimiz olmak üzere halkımızı tahrik ettikleri, kamuoyunu farklı bilgilendirdikleri görülmektedir.”

Dışardan Provakatör…!”

“Aynı zamanda olayların bu yıl dönümünde Kahramanmaraş’la ilgili olmayan bazı kişilerin ve grupların şehrimize giderek anma bahanesiyle toplumu gerdikleri istenmeyen ve asla müsaade etmeyeceğimiz olayları çıkarmaya çalıştıklarını görmekteyiz. Belirtmemiz gerekir ki bu gruptakileri çoğu Kahramanmaraş’ta yaşamadıkları gibi Türkiye’de de yaşamamakta. Almanya ya da başka bir Avrupa ülkesinde yaşamaktadırlar. Bu kişilere valilik 2010 yılında anma etkinliği için izin vermiş, ancak etkinliğin amacının bir anma değil yeni provokatör eylemler olduğu anlaşılınca bir daha izin vermemiştir.”

Olayların kurbanı..!”

“Olayların sorumluları; ülke düşmanı karanlık güçler, bunların devlet içindeki uzantıları, aşırı sol örgütler ve basiretli bir yönetim gösteremeyen, dönemin iktidar ve yöneticileridir. Olayların kurbanı ise Alevi’si ile Sünni’si ile Kürdü ile Türkü ile masum halkımızdır. Bugünde aynı oyunu oynamak isteyenler vardır. Ancak 16 yıldır izin vermediğimiz gibi bundan sonrada izin vermeyeceğiz. Kaldı ki halkımız da bugün çok daha bilinçlidir. Ve bu oyunlara fırsat vermemektedir. Kahramanmaraş’ımız da Alevi’si ile Sünni’si ile tam bir kardeşlik havası hâkimdir. Acılar ve sevinçler birlikte paylaşılmaktadır. Ve her yıl aralık ayında şehrimizdeki Tüm sivil toplum örgütleri Alevi’si ile Sünni’si ile bir araya gelmekte, birlik beraberlik mesajı yayınlamaktadırlar.”

Başka Türkiye yok..!”

“Şunu ifade etmek isterim ki; Maraş olayları tek taraflı yayınlardan değil, farklı kaynaklardan okunmalıdır. Olaylar hakkında ki Adana sıkıyönetim mahkemesinde görülen davanın iddianame ve kararı ise önemli bilgiler vermektedir. Adana sıkıyönetim mahkemesindeki 2 nolu askeri mahkemesindeki 1981/404 nolu iddianame ile 12.04.1984/109 sayılı kararı önemli bir belgedir. Son olarak; kardeşliğimizi vurguluyorum. Alevi’si ile Sünni’si ile tüm kıymetli kaybettiğimiz insanlara rahmet diliyorum. Başka Türkiye yok; biriz, beraberiz, kardeşiz.”

SİVAS: İNSANLIĞIN KENDİNİ YAKTIĞI YER..!

Devletin kodlarının çözülmeye başladığı bir süreçte yeni ortakların sahadaki uygulamaları, günümüzdeki tablonun mimarlarının o günkü koşullarda devlet ile iş tuttuğu önemli bir göstergedir.

Siyasal İslam’ın devlet için önemli bir ideolojik işlev görmesinin yanında siyasal olarak temizlenmiş sahaya ikame edilmesinin göstergesidir Sivas.

Sivas, Sivas!
Yiğitlik midir emanet cana kıymak?
Yiğitlik midir bir tutam ışığı kör bıçakla güneşten koparıp karanlığa kurban etmek?
Söyle, hangi kitapta vardır elleri kolları bağlıyı yakmak?

Sivas’ı benzersiz kılan devletin tarihin birçok kesitinde yaptığı gibi insanlığımızı yakarak sınamasıdır. İnsanlık tarihi bir anlamda bu sınamaların tarihidir. Bu tür yıkımların çokluğu devlet karşısındaki güçsüzlüğün resmini tutuşturur elimize.

Bizleri çaresizliğimizle sınayan devletin egemen sınıflar adına ürettiği çareler toplamının adıdır ‘yasal terör’.

Devlet şiddeti, organize kötülüğün, çürümenin ve toplumsal alanın anti-politik hale getirilmesinin temel aparatıdır..!”

Hedeflenen şey; tam da şiddet üzerinden anti-politik ortamın yaratılmasıdır. Siyasal İslam’ın görünür hale getirildiği 12 Eylül Darbesi’nin yaratmış olduğu iklim, devletin yeni ortaklarının sahaya sürülmesi süreciydi.

Sivas Katliamı bu ortakların birliğini tescillediği ve günümüze kadar gelen bu birliğin fiili başlangıç tarihi olarak kayıt edilmiştir.

Devletin kodlarının çözülmeye başladığı bir süreçte yeni ortakların sahadaki uygulamaları, günümüzdeki tablonun mimarlarının o günkü koşullarda devlet ile iş tuttuğu önemli bir göstergedir.

Siyasal İslam’ın devlet için önemli bir ideolojik işlev görmesinin yanında siyasal olarak temizlenmiş sahaya ikame edilmesinin göstergesidir Sivas.

Siyasal İslam o gün toplumun kaderini çizmiştir. En pespaye hali ile yakmanın, yok etmenin vicdansızlığının tezahürüdür. Linç, ırkçılığın lümpen proletarya eliyle uygulama alanı bulduğu ve devletin çeşitli dönemlerde uygulayageldiği önemli aparatlardan biriydi, Sivas’ta yaşanan bunun gelecek zamanlara ait vazgeçilmez bir sıklıkla uygulanacağının göstergesi idi.

Irkçılığın ten rengi ile olan alakası onun sadece ilkel biçimlerinden biridir, egemen sınıfların ırkçılığı, olası bütün insani farklılıkları yok etmek için kullanması, gerek kullanışlı bir aparat olması ve gerekse farkı yok eden içeriği ile alakalıdır. Devlet ile bu anlamda dinin siyasallaşmış hali arasındaki tarihsel birliktelik egemen sınıflara karşı oluşacak her türlü oluşumun bu birliktelik üzerinden ‘insansal farkın’ eritilmesinin gereği haline getirilmiştir.

Dinin siyasal işlevi onun özel mülkiyetin tarihsel kalesi olmasındandır. Hiçbir din bu durumdan azade değildir. Özel mülkün kutsallığı bütün tek tanrılı dinlerin ortak vurgusudur. Buna karşı olası bütün girişimler düşman hukukunun alanına girmektedir. Dolayısıyla yapılması gereken bu hukukun gereğinin yerine getirilmesidir.

2 Temmuz günü yapılan katliamda yer alan güruhun temel problemi insani farkın düşman hukuku çerçevesinde yok edilmesi olmuştur.

Orada yer alan her bir zat için hedef alınacak şey önceden belirlenmiştir. Bu önceliğin zatlarda yer etme biçimi, tam da siyasal dinin gereği olarak “din düşmanlarının” varlığının yok edilmesidir. Bu siyasal dinin görevi, işlevi ve ruhudur. Üretilmiş bir fikir olarak tanrı adına yapılan bu suçun işlendiği yer devletin pusuda beklediği ve henüz sahne almadığı yerdir.

Devlet bu suç ile birlikte varlığını tescil edecektir. Olay öncesi organizasyon süreci izlendiğinde bütün bu döngünün devleti göreve çağırma için yapılmış olduğu görülecektir.

Camiden çıkarılan güruhun organize bir biçimde yönlendirildiği, devlete ait şiddet organizasyonlarının sahada bu güruhu adım adım katliama yönlendirdiği net bir şekilde izlenecektir.

Olay öncesi yaşanan sahnelerden biri dikkate değerdir. Pir Sultan heykelinin belediye ekiplerince yerinden sökülüp Madımak Oteli’nin önünde toplatılan güruha yem edilmesi sahnesi; o bronz heykelin dakikalar içerisinde parçalandığı ve havada uçuştuğu görüntü birazdan yaşanacakların provası idi.

Bir sembol olan Pir Sultan heykelinin yaşatıldığı bu sahne hıncın, lincin yaşatıldığı bu sahnenin müsebbibi olanlar, güruhu teskin etme adına heykeli oraya getirmişlerdi. Oysa teskin edilebilecek bir durumun söz konusu olmadığı dakikalar sonra görülecekti.

Bu güruh doyumsuz bir hıncın gerekçesi ve sonucudur. Onu doyurmanın olanaksız bir siniklik olduğunu, Pir Sultan nezdinde farklı olana tahammülsüzlüğün bir gereği olarak yerinden sökülen heykel, doyumsuzluğun semptomu olarak kullanılmıştır.

Evet, devlet ve siyasal İslam’ın bu doyumsuzlukta birlikte vücut bulmasıdır yaşananlar.

Bu sahnenin ardında yaşatılan “yakma”; tarifi imkansız gerçeklik halinin travmasıdır. Bu travmanın türlü devlet çabaları ile sürekliliğinin bile isteye sağlandığı görülmektedir. Devlet burada kendisini üreten zeminin hiçbir sorumluluğunu almamıştır. Bu sorumluluğu devletin yüklenmesi bu tür travmaların bir daha yaşanmaması anlamına gelirken, geçen sürede yaşanan onca katliamın devletin sorumsuzluk mekanizmasının süreklilik halini ifade eder. Bu süreklilik hali devletin olağan olmayan hukukunun süreklileştirilmesidir.

Bu anlamda Sivas, bugünkü iktidarın kurucu arzu momentidir. Bugünkü iktidar ile siyasal-ideolojik hesaplaşmanın zemini Sivas’ta aranmalıdır.

İLGİLİ HABER

Eşraf Avcı – Ali Duran Topuz

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: