UĞUR MUMCU: ‘RABITA’

BENİM AKLIM HEP DR. RIZA NUR’UN ANILARINDA

✳NESİN VAKFI’NIN BANKA HESAPLARI RESMİ OLARAK ENGELLENDİ..!
  • Nesin Vakfı yöneticisi Süleyman Cihangiroğlu:

“Vakfın yakınına kurulan İsmailağa cemaatine ait Rabıta Vakfı’nın bizi hedef gösterdiğini ve yaşananların bu sürecin akabinde geliştiğini belirtmeliyim..”

Yazar Aziz Nesin tarafından 1973’te İstanbul Çatalca’da kurulan Nesin Vakfı’nın hesapları 5 Nisan tarihinde İstanbul Valiliği ve Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü aracılığıyla engellendi..

Engellemenin nedeni ise 2017’de vakfın sosyal medya üzerinden yardım kampanyası yürüttüğü iddiası..

Konuya ilişkin bazı ayrıntılar dikkat çekiyor. Ayrıntılarda öne çıkan unsur iktidara yakınlığıyla bilinen İsmailağa cemaati..

Söz konusu yapıya ait olduğu belirtilen Rabıta Vakfı, Nesin Vakfı’nın yakınında bir araziye yerleşti. Nesin Vakfı yöneticisi Süleyman Cihangiroğlu, bu yerleşimin ardından Rabıta Vakfı’nın çeşitli nedenlerle Nesin Vakfı’nı hedef gösterip tehdit ettiğini dile getirdi..

Cihangiroğlu hesap engel kararını ve Rabıta Vakfı’nın söz konusu süreçteki pozisyonunu Cumhuriyet’e anlattı. 

“GİDİN ŞİKÂYET EDİN’ DEDİLER..!”

Yaklaşık beş yıl önce vakfın yanındaki araziyi bağışçıların kendi rızalarıyla yardım etmeleri sonucunda satın aldıklarını belirten Süleyman Cihangiroğlu söyle konuştu..

  • Cihangiroğlu:

“Bunu bahane ederek hesaplara koydukları engellemeyle 50 yıllık koca kurum bir günde felç edilmek istendi. Varsayalım ki Nesin Vakfı’nın böyle bir kabahati oldu ki, bu asla söz konusu değil. Vakıf, kuruluş amacı içerisinde bağış kabul etme hakkı olan bir kurum..

Engelleme işlemlerinden sonra avukatlar aracılığıyla genel müdürlükle iletişime geçtik..

Kendilerine sadece ‘Blokeyi ne gerekçeyle koydunuz? Lütfen bununla ilgili yazıyı bize iletebilir misiniz?’ diye sorduk. Genel müdürlük, ‘Bizim yetkimiz var, yetkimizi kullandık. Size hesap vermek, herhangi bir yazı da vermek zorunda değiliz. Bizi istediğiniz yere şikâyet edin’ dediler..”

“BURASI VAKIF DEĞİL..!”

Söz konusu iddiaları Rabıta Vakfı’na sormak için vakfın sitesindeki telefon numarasından vakfa ulaştık..

Telefonu açan yetkili kişi önce mesleğimizi sorup ardından ise “Burası vakıf değil” diyerek telefonu kapattı ve sorularımızı yanıtsız bıraktı..

“BANA SALDIRDILAR..!”

Banka hesapları engellendikten sonra yeni hesap açtıklarını söyleyen Cihangiroğlu şunları söyledi..

  • Cihangiroğlu:

“Elden gelen bağışları yeni açtığımız hesaplara yatırdık, kurumu döndürmeye çalıştık. Bayramdan önceki son mesai gününde çalışanların maaşlarını bayramdan önce ödeyelim dedik.. O parayı yatırdığımız hesap da o gün engellendi..

Şimdiye kadar birçok yere Rabıta Vakfı’yla ilgili şikâyette bulunduk ancak hiçbir şey yapılmadı..

Rabıta Vakfı’ndan bir kişi aylarca vakfımızın fotoğraflarını çekti. Bizim sokak kameralarından bunu tespit ettik. Jandarmaya şikâyet ettik. Şikâyet dilekçemizi verirken jandarmanın önünde bana saldırdı..

İsmailağa cemaatine bağlı Rabıta Vakfı’yla tartışmalar başladıktan sonra bu problemlerle karşılaştık..

Bir gece 23.00’te yüksek ses ve ses sistemiyle ibadet etmeye başladılar. Arayıp ‘Çocuklarımız uyuyor, rica etsek bunu daha makul saatlerde yapabilir misiniz?’ dedik. Bunu söyledikten sonra hakkımızda düşmanlaştırma söylemine başladılar..”

Cumhuriyet//Şeyda Öztürk

✳KİM DAĞITIYOR BU KİTABI? VE NEDEN BU KİTAP ‘İSLAM GENÇLİK TEŞKİLÂTI BERLİN SANCAĞI’ TARAFINDAN SATILIYOR?

Gazeteci Uğur Mumcu, 1993 yılında yayımlanan ‘Rabıta’ adlı kitabında, Mısıroğlu’nun Mustafa Kemal Atatürk aleyhine yalan ve hakaret içeren kitaplarla ne kadar büyük bir servet edindiğini ve ikâmet ettiği Suudi Arabistan’ın desteğiyle bu paranın bir kısmını Avrupa’daki İslamcı örgütlere nasıl aktardığını şöyle anlatmıştı..

  • Uğur Mumcu:

Avrupa Millî Görüş Teşkilâtları Genel Sekreteri AH Yüksel’e de aynı soruyu soruyorum: ”Nerede satıldığını bilmiyorum, sizden duyuyorum, bizim teşkilât ile bir ilgileri yok.” diyor.
Israr ediyorum: ‘İslamcı Gençlik Teşkilâtı, sizlere yakın değil mi?’
AH Yüksel: ”Pek o kadar denetimimiz yok.. Organik bağımız da yok.”

Peki, Haldun Algan’a soruyorum: ‘Kim dağıtıyor bu kitabı?’

Berlin Mevlânâ Camii Başkanı Mahmut Hoca anlatıyor: ”Bizim cemaat bilmez bile Rıza Nur’un kim olduğunu… Okumaz bile…”

‘Okumaz ama satılıyor, kim satıyor, kim basıyor?’

Sonra sır çözülüyor…
Kitap Suudî Arabistan’da basılıp, Avrupa’daki İslamcı örgütlere parasız dağıtılıyor..
Amaç, İslamcı örgütlere gelir sağlamak.
Dört cilt 60 mark.

‘Kaç tane geldi?’
Almanya’ya 30 bin tane geldi…30 bini 60 markla çarptım:
1 milyon 800 bin mark..
Bir mark, bugün için resmi kur üzerinden ortalama 420 lira ise yapın hesabı…756 milyon Türk Lirası.

Yalnızca Dr. Rıza Nur’un kitabından Federal Almanya’deki çeşitli İslamcı örgütlere sağlanan gelîr 756 milyon lira.

ATATÜRK’LE İLGİLİ KİTAP YALNIZCA BU DEĞİL..!

Kısaca ‘Rabıta örgütü’ diye anılan, merkezi Suudî Arabistan’da bulunan ‘Rabıtatül İslâm’ adlı örgütün Ürdün’de bastırıp dağıttığı bir kitap daha var.
Adı ‘Sanem Adam’… Yani ‘Put Adam’ Bu kitap da İslamcı örgütlere veriliyor.. Bu kitabı da aradım, ancak bulamadım.

Hollanda’nın Zaandam kenti Ayasofya Camii’nde karşılaştığımız ‘İslamcı Gençlik Cemiyeti’ Başkanı Salih Yüksel, ‘Put Adam’ kitabını okuduğunu söylüyor. Türkiye’de bir bakanın, Rabıta Örgütü’nün merkezine giderek bu kitabın dağıtımının durdurulmasını istediğini de biliyorum.

Demek, Ürdün’de basılan kitap Hollanda’da ve Hollanda gibi Avrupa’nın, Türklerin yoğun olduğu kentlerinde dağıtılıyor..


Peki bu işleri yürütenler kimler? Kimler aracı oluyor? Kim alıyor, kim satıyor bu kitapları?

İslâm Federasyonu yöneticileri bu adı veriyorlar.. Kadir Mısıroğlu..
‘O getiriyor, o dağıtıyor.’

https://www.cafemedyam.com/2020/10/19/faili-mechul-cinayetler-organize-suc-orgutu-lideri-ile-birliktelik/

✳KADİR MISIROĞLU DEYİNCE BİR DAKİKA DURUP, ESKİ BİR DOSYAYA GÖZ ATMAK GEREKİYOR..!

Orgeneral Türün ve Kadir Mısıroğlu.

Dosya, Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 1973/5 karar sayılı dosyası..


Sanık Kadir Mısıroğlu. Eyüp oğlu, 1933’de Saire’den Akçaabat’ta doğma, hukuk fakültesi mezunu..


Mısıroğlu, 1971 yılı başlarında İstanbul’da Milli Türk Talebe Birliği konferans salonunda Atatürk aleyhine yaptığı konuşma nedeniyle kovuşturuluyor.

Devir, sıkıyönetim devridir, sıkıyönetim komutanı da Faik Türün’dür.
Türün’ün emrindeki savcılık, Mısıroğlu’nun şu konuşmasında suç bulmaz ve 11.10.1971 gün ve 296/56 sayı ile kovuşturmaya yer olmadığı kararı verir:

  • Mısıroğlu’nun Konuşması:

”Dini İslama mugayir hareketlerin emrinde kullanılan Mehmetçik sizin emrinizi ifa eder. Paşa olmasına rağmen Mustafa Kemal Paşa’nın oluşunu muhakeme eder aynı Mehmetçik. Hiç merak etmeyin bundan.”

Faik Türün’ün emrindeki savcılık, Mısıroğlu’nun şu sözlerinde de suç öğesi bulamamıştır:

  • Mısıroğlu’nun konuşması:

”İnkılâp dünya tarihinde bir defa azametle yapılmıştır. O da kâinatın fahr-i ebedîsinin, bâtılı mutlak bir hâkimiyete mahkûm ederek yaptığı inkılâptır. Yani İslâm inkılâbıdır. Ondan sonra bir daha inkılâp olmamıştır ve olmayacaktır. Eğer olacaksa, vaktiyle 1400 yıl evvel Büyük Peygamberimizin yaptığı inkılâbın devamı mahiyetinde ve onu muvaffakiyetsizliğe uğratmak için aramıza girmiş bulunan bir takım bâtıl molozların kaldırılması nevinden ve yine inşallah bir defa yapılacaktır. İnkılâp bitti. Yüz numaramıza kadar değişti. Yüz numaramız Garbın yüz numarası oldu. Cumamız pazar oldu. Değişmeyen hiç bir şeyimiz kalmadı. Artık tavizi onlar verecektir. Saha inkılâpçılara değil, inkılâp aleyhtarlarına açıktır. Yolunuz açık olsun, gazanız mübarek olsun.”

Saltanatın kaldırılıp, yerine Cumhuriyetin ilânını, halifeliğin kaldırılmasını ve Latin harflerinin kabul edilmesini ‘dinsizlik’ sayan Mısıroğlu’nun bu konuşması hakkında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Savcılığı’nın verdiği, kovuşturmaya yer olmadığı kararına Orgeneral Türün itiraz etmiyor.

Ancak Millî Savunma Bakanlığı, yasal yetkisini kullanarak. 29 Eylül 1972 gün ve AD: 3773-3-72 sayı ile sıkıyönetim komutanlığı askerî savcılığından kovuşturmaya yer olmadığı kararının kaldırılmasını ister.
Ancak, Türün bu emre uymaz. Havada uçan kuşu komünist sayıp, Ziverbey’de işkence merkezi kuran Türün, bu Atatürk düşmanı hakkında savcılığa emir verip dâva açtırmaz.

Bu bantlardan birkaçı Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı görev bölgesinde ele geçince Komutan Orgeneral İrfan Özaydınlı soruşturma emri verir. Yapılan yargılama sonunda Mısıroğlu ve Mısıroğlu’nun bantlarını çoğaltıp dinletenler mahkûm olurlar.

Mısıroğlu’nun avukatı İsmail Müftüoğlu, sonradan Adalet Bakanı olur.

Cemalettin Kaplan, konuşmalarında sık sık Dr. Rıza Nur’un anılarından söz ediyor ve bu anıların ‘Allah tarafından kendisine gönderildiğini’ söylüyor. Gönderen Allah değil, Kadir Mısıroğlu’dur.

İslamcı örgütlerin para kaynakları nedir? Bu soru aklımı kurcalıyor. Cemaatten toplanan ödentiler… Bağışlar… Kitap gelirleri…


Kitap gelirlerine Suudi Arabistan’da basılan ‘Put Adam’ ve Rıza Nur’un anılarını da katmak gerekir. Peki başka? Şirketler…
Belçika ve Hollanda’da devletçe yapılan yardımlar… Ve Rabıta Örgütünce yapılan yardımlar…

✳RABITA ÖRGÜTÜ’NÜN ASIL ADI ‘RABITA AL-ALAM OL-İSLÂM’. SUUDİ ARABİSTAN’DA KURULMUŞ BİR ŞERİAT ÖRGÜTÜ.. AMACI ‘İSLAM ENTERNASYONALİZMİ’..!

İslamcı düşünceyi devlet sistemi olarak bütün İslâm ülkelerinde yaymak.
Belçika’nın başkenti Brüksel’de ‘İslâm Kültür Merkezi”ni finanse eden bu ‘Rabıta Örgütü’.
Bu merkezin başkanı ‘Baş İmam’ diye anılan Abdullah El Ehdel…

Ehdel, Riyad Üniversitesi’nde ‘İslâm Hukuku’ okuturken bu göreve atanan genç bir öğretim üyesi…
Hem ‘Rabıta Örgütü”nün temsilcisi.. Hem İslâm Kültür Merkezlerinin genel müdürü…

İslamcı örgütlerin ana para kaynaklarından biri ‘Rabıta Örgütü.’ Baş İmamı Ehdel ile Brüksel’de bu konuyu görüşüyoruz.

  • Ehdel:

”1985 yılında 30 milyon Belçika Frank’ı yardım yaptık.”

Yani, 613 milyon 500 bin lira… Bu yardım camilere, derneklere gidiyor…
Ayrıca, dinsel konularda öğretim yapanlara burslar da veriyor… O ayrı bir fasıl…

İslamcı akımları, çok genel ve kaba çizgiler ile ‘Tahran’ ve ‘Riyad’ diye ikiye ayırırsak, para kaynaklarını da böyle bir ayrım ile açıklamak kolaylaşır.

Rıza Nur’un anılarını basıp satan ünlü Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu geçen yıl Kopenhag’a gelmiş.. O da kendi adamları ile temas edip gitmiş.

‘Mısıroğlu nerede yaşıyor?’ sorusuna değişik gruptan İslamcılar aynı yanıtı veriyorlar: ”Suudî Arabistan’da. Ancak zaman zaman Federal Almanya’ya, İngiltere’ye, İsviçre’ye gelir gider.”

Londra’da ’46 Goodge Street, W1′ adresindeki ‘Cami Konseyi’ bir de küçük yayın organı çıkarıyor. Adı, ‘An-Nida’.
‘An-Nida’, Londra’da ‘Rabıta Örgütü’ eliyle finanse edilen İslamcı kuruluşların toplantı ve seminerleri ile ilgili haberler veriyor. Tabii bir de ‘Cuma Hutbesi’ başlığı altında yazılar yer alıyor burada.

Kadir Mısıroğlu da sık sık Londra’ya gidip geliyor. Bu camiler nasıl satın alınıyor? Bu imamların aylıklarını verenler kimler? Sorular bir yerde düğümlenip kalıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın denetimindeki camilerde imamlara devlet bütçesinden aylık veriliyor?

✳YA SÜLEYMANCILARIN, MİLLİ GÖRÜŞÇÜLERİN, ÜLKÜCÜLERİN VE TEBLİĞCİLERİN CAMİLERİNDEKİ İMAMLARIN AYLIKLARINI KİM ÖDÜYOR..!?

Sorarsanız, yanıt şöyle: Cemaat. Söz gelişi ‘İslâm Cemiyetleri ve Cemaatleri Federasyonu’, Hollanda’nın Rotterdam kentinde İskender Paşa Camii imamlığı için 1944 Tokat doğumlu Abdullah Arslan’ın aylığını ödüyor.

Mısıroğlu’nun şu sıralarda, Avrupa’da yaşadığı ve Rıza Nur’un anılarını İslamcı örgütlere parasız olarak verip, bu kitaplardan bu örgütlere yaklaşık 700 milyon Türk lirası gelir sağladığı belirtiliyor.

✳UĞUR MUMCU’NUN AKADEMİK ÇALIŞMASI: OSMANLI DEĞERLENDİRMESİ..!

Bazı yasaların sosyolojik açıdan uygulanıp uygulanmadıklarını ve Batı tipi kurumların yaşama şanslarını araştırırken bu gibi değerlendirmelerin yapılmaması sanırız büyük bir eksikliktir..

Salt hukuksal sorunlar araştırılırken, bu hukuksal kural ve kurumları oluşturan hukuk dışı nedenlerin araştırılmaması bizleri sadece “dogmatik” araştırma yapmaya zorlamaktadır. Bu kuru “kanunculuk” ise sorunlara çözüm yolları getirmemektedir..

Osmanlı Devleti, ilk kuruluşunda toprak rejimine dayanan bir askeri yönetimdi. 

Askeri ve siyasal amaçlara göre örgütlenen devlet, Selçuk Türkleri ile öteki Türk devletlerinin siyasal ve askeri kurumlarından esinlenerek kurulmuştu. Türk-İslam geleneklerinin temel yapıldığı devlet, teokratik yapıda ve düalist hukuk sistemi içinde yönetilen bir ortaçağ devleti niteliğindeydi.

Devletin siyasal örgüt biçimini toprak düzeni ve toprağın bölüşümü belirtiyordu. Bu yönetim biçimi Osmanlılara ilk kez bulunmuş ve uygulanmış değildi. Siyasal ve askeri yapı Türk İslam devletlerinin ortak özellikleriydi.

Askeri otoriteye sıkı sıkıya bağlı Osmanlı Devleti’nde toprağın yönetimi bazı özel koşullara bağlı olarak özel kişilere verilirdi. Miri arazi denilen ve çıplak mülkiyeti devletin olan toprakların işletilmesi belli kişilere verilir; devlet toprakları kendisine işletilmek üzere bırakılan bu kişilere “dirlik” ya da “tımar” sahibi denirdi.

Dirlik sahibi arazinin maliki değildi. Sahibi arz denilen ve asker memur karışımı yetkilerle donatılmış görevliler, halktan vergi alır; bunu devlete verir. Devlet vergiyi, doğrudan doğruya değil dirlik sahipleri eliyle toplamış olurdu.

Merkezi siyasal örgütün güçlenmesi ve toplum içersinde iki ayrıcalıklı grup yaratmaktaydı. Bunlardan birincisi “saray aristokrasisi” ikincisi de “Mülk sahipleri (dirlik sahipleri)” idi.

Devlet toprağını bölüşen dirlik sahiplerini güçlü bir hiyerarşi ile kendisine bağlardı. Bu hiyerarşik örgütün başı her türlü sınırsız yetkinin sahibi olan padişahtı. Mülki ve askeri hizmetlilerin çoğu devşirmeydi. Yöneticilerin büyük çoğunluğu Kırım ve Kafkas pazarlarında satılan kölelerden oluşurdu. Bunlar gerekli özen ile yetiştirilirlerdi. Bunlara askeri-siyasal eğitim verilirdi. 

Mülkiye sınıfı Enderun denilen bir idare okulunda yetiştirilirdi. Bu sınıf içerisinde sadrazamlar, vezirler, beylerbeyleri ve sancak beyleri girerdi. Geleceğin yöneticileri Enderun’da çağın koşullarına göre düzenli bir eğitim görürlerdi.

AYRICALIKLI SINIFLAR..!”

Kadılar, naipler ve kazaskerler ise devletin teokratik özelliklerine bağlı olarak bazı ayrıcalıklara sahiplerdi.

Bunlara “ilmiye sınıfı” denirdi. “Seyfiye sınıfı” yüksek kumanda kurulları dışındaki askeri sınıfları ifade ederdi. “Kalemiye” sınıfı ise devletin günlük işlerini gören memurlarıydı.

Osmanlı Devleti güçlü bir merkezi otoriteye dayanmak zorundaydı. Devlet fetih politikası ile genişlerken bu idari sınıfların görevleri de gittikçe genişliyordu. Osmanlı Devleti’nin yükselme devirlerinde bu yönetim biçimi yararlı olmuş ve devletin kuvvetli yapısı korunabilmişti. Ancak gerileme ve duraklama devirlerinde, devletin bu örgütsel yapısı da geniş ölçüde bozuşmaya ve çökmeye uğramıştı.

Osmanlı Devleti son zamanlarında, Batı’nın da etkisi ile kurumlarını Batı modellerine göre düzenlemek ihtiyacını duydu. Mülki idareyi çağın koşullarına göre düzenlemek amacı ile “Umuru Mülkiye Nezareti” kuruldu.

“Reisülkittaplık” makamı da 1835 yılında “Hariciye Nezareti” adı ile yeniden örgütlendi. Devletin tüm işlerini ve yazışmalarını yürüten “memur amedi odası”, içişler ve dışişler olmak üzere iki bölüme ayrıldı. Batı’nın ordu ile ilgili yasa ve kuralları incelemek üzere “Deri Şuray-ı Asker” kuruldu. 

Bundan sonra tüm Batı kurumları tek tek alındı. “Meclisi Valayı Adliye” “Darı Şurayı Babıali” adlarına iki meclis kurularak devlet yönetiminde, yeni ilkeler kabul olundu.

✳TANZİMAT VE EMPERYALİZM..!

…Tanzimat devri tarihimizde çeşitli açılardan değerlendirilmektedir. Bu devir Batılılaşma çabalarının ilk aşaması olarak kabul edildiği gibi Batı emperyalizminin Türkiye de egemenliğini kabul ettirmesi olarak tanımlanmaktadır. 

Bazı yasaların sosyolojik açıdan uygulanıp uygulanmadıklarını ve Batı tipi kurumların yaşama şanslarını araştırırken bu gibi değerlendirmelerin yapılmaması sanırız büyük bir eksikliktir. Salt hukuksal sorunlar araştırılırken, bu hukuksal kural ve kurumları oluşturan hukuk dışı nedenlerin araştırılmaması bizleri sadece “dogmatik” araştırma yapmaya zorlamaktadır. Bu kuru “kanunculuk” ise sorunlara çözüm yolları getirmemektedir.

Sanayi Devrimi’nden sonra, pazar arayan Batı ekonomisinin Doğu ile ilişkiler kuracağı bir toplumsal zorunluluktu. 1838 ticaret anlaşması ile Batı kapitalizmi Osmanlı ekonomisi ile sıkı ilişkilere girmişti. Devlet örgütünün düzenlenmesi ve Batı tipi bir memur kadrosunun yaratılması, yani “bürokrasinin” Batılı kurallara benzetilerek örgütlenmesi “Batılılaşmanın” gereği sayılmaktaydı.

Batı sermayesi Tanzimat ile birlikte, yatırım yapacağı alanlarda idari ve hukuksal kolaylıklar istemekteydi. Batı açısından görünüm bu koşullara bağlıydı. Merkeziyetçi devletlerin o çağdaki örgütlenme biçimi de bunu gerektiriyordu.

İLGİLİ HABER

Cumhuriyet

* Uğur Mumcu’nun Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi dergisinde 1971’de yayımlanan “Türk Hukukunda Memurların Yargılanması” adlı akademik makalesinden bölümler olarak alınmıştır.


İLGİLİ YAZILAR

DAHA FAZLASI

+ There are no comments

Add yours

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.