İÇİNDEKİLER
“BAKAN GÜL: İŞKENCELER, FAİLİ MEÇHULLER DÖNEMİ MEVZU BAHİS OLMAKTAN ÇIKTI”
Adalet Bakanı Gül:
“Vatandaşın mahkemelerde kendi dilinde, evinde, çarşıda konuştuğu dilde savunma yapmasının engellendiğini, 1000 yıllık bu coğrafyada türküsüne, şarkısına konu ettiği diline, bilinmeyen bir dil’ yaftalamasının vurulduğunu gördük..”
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Diyarbakır’da Bölge Değerlendirme Toplantısı’nda konuştu. .
Gül, özelikle bölgede on yıllar boyunca vatandaşların en temel insani haklarının ret, inkar ve asimilasyona tabi tutulduğunu, konuşulan dile ipotek koyulduğunu müşahede ettiklerini söyledi..
Vatandaşın, mahkemelerde savunmasını kendi dilinde, evinde, çarşıda konuştuğu dilde yapmasının engellendiğini, bin yıllık bu coğrafyada türküsüne, şarkısına konu ettiği diline “bilinmeyen bir dil” yaftası vurulduğunu gördüklerini dile getiren Gül, yargının da o dönemde iyi bir sınav veremediğini kaydetti..
Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Geçmişte yargı, bölgede hukukun temel ilkelerinin yanında yer almadığı bazı örnekler yaşandı. Toplumun temel değerleriyle çatışan bir zihniyetin adeta aracı gibi davrandı. O yüzden bugün geldiğimiz nokta çok önemlidir. Bugün bu topraklarda yaşayan 84 milyon vatandaşımız, bu ülkenin öz be öz birinci sınıf vatandaşıdır. Bugün herkes, mahkemelerde meramını istediği şekilde anlatabilmektedir. Cezaevinde tutuklu ve hükümlülerin aileleri ve yakınları bu çerçevede istediği şekilde görüşebilmekte, konuşabilmektedir. Devlet güvenlik mahkemeleri eliyle halkın öz değerlerini kriminalize etme dönemleri kapanmıştır.”
Özel yetkili, süper yetkili savcılar eliyle kumpas kuran, insan mahremiyetine el uzatan yaklaşımların da geride kaldığını anlatan Gül, işkenceler, faili meçhuller döneminin mevzu bahis olmaktan çıktığını bildirdi.
“FETÖ YARGIYI ARAÇSALLAŞTIRDI”
Gül:
“Bu iki dönem arasında insanımızın ana sütü gibi ak, helal hakkı ve hukuku vardır. Hukukun üstünlüğü devletin hukukun dışına asla çıkmama kararlığı vardır. Eski Türkiye artık mazide kaldı ve Türkiye artık eskiye asla dönmeyecektir, kimse döndüremeyecektir. Bu topraklarda, nefret, ayrımcılık ötekileştirme tohumlarının bir daha asla yer almamasının da teminatı hukuktur, hukuk devletidir..
Sizler de bu anlamda adaletin temsilcileri olarak bu konuda vatandaşlarımızın en büyük teminatlarısınız. Sizlerden milletimizin temel beklentisi, ‘bu kenarı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu gelir de adli ilahi sorar Ömer’den onu’ anlayışıyla adaleti ama gerçek anlamda adaleti sağlamanız beklentisidir. Bu konuda bütün vatandaşlarımızın bu anlayışla adalete, bunun hesabını sorar anlayışıyla, geleceğe ve yarınlara daha umutla bakmasının teminatı sizlersiniz. Bu konuda milletimizin beklentilerini de gerçekleştireceğinize, bu konuda çabalarınızın olduğuna da yürekten inanıyoruz. FETÖ yargıyı araçsallaştırdı. Milletin değerlerine, demokrasiye, hukuka, 15 Temmuz’da hain kalkışmasını hepimiz, gördük ve milletimizi bu hain alçak girişime karşı en kesin, en net cevabı çok güçlü bir şekilde verdi..
Özellikle bu hain örgütün yargı içerisindeki, sinsi ve kirli yöntemlerini unutmanın mümkün olmadığını, 15 Temmuz öncesinde de bölgenin istikrarını, huzurunu baltalamak için her yolu denediklerini bildiren Gül, “Kimi zaman yargının kimi zaman güvenlik bürokrasisinin kimi zaman diğer kurumların içerisine sızan bu hain FETÖ terör örgütü militanlarıyla da yine bu hedeflerini gerçekleştirmeye gayret ettiler. Sahte delil üretme, sahte tanık konuşturma gibi şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemlerle hukuku araçsallaştırmışlardı. Diğer terör örgütleri ile iş birliği içerisine girerek milletimizin huzurunu, birliğini bozmaya çalıştılar. İşte bu çerçevede adaletin tecellisi de yine milletimizin bu anlamda geleceğe güvenle bakmasının en önemli teminatıdır.”
Independent Türkçe
NE OLMUŞTU?
“JİTEM DAVASI!”
FAİLİ MEÇHULCÜLER KİMİN YANINDA!
Mahkeme 17 cinayette sanıkların beraatine hükmetti

1990’lı YILLARDA ZORLA KAYBEDİLEN VEYA İNFAZ EDİLEN 19 KİŞİ İLE İLGİLİ ANKARA JİTEM DAVASININ KARAR DURUŞMASI YAPILDI
“ANKARA JİTEM DAVASI”
“MÜCADELEYE DEVAM EDECEĞİZ”
Ankara’da 1993-1996 yılları arasında zorla kaybedilen ya da infaz edilen 19 kişiyle ilgili 2011 yılında soruşturma başlatılmış ve bu soruşturma 19 Aralık 2013’te davaya dönüştürülmüştü.
Altı yıldır devam eden ve kamuoyunda Ankara JİTEM davası olarak bilinen davanın son duruşması 13 Aralık 2019 Cuma günü yapıldı.
Mahkeme heyeti delil yetersizliği gerekçesiyle tüm sanıkların beraatına hükmetti.
Mağdur yakınları karara tepkili…
Maktul Adnan Yıldırım’ın kızı Leyla Yıldırım:
”Gönül isterdi ki şu röportajı farklı bir şekilde yapalım.”
Maktul Mecit Baskın’ın oğlu Eren Baskın:
”İçimizdeki umudu öldüremezler.”
Maktul Medet Serhat’ın oğlu Rumet Serhat:
”Bize bir şey veremezler ama bu ülkeye adalet hissini verebilirler.”
“KÖKÜ SUSURLUK OLAYLARINA KADAR UZANAN CİNAYETLER”…
1990’lı yıllarda zorla kaybedilen ya da infaz edilen 19 kişinin yakınlarının adalet arayışı on yıllardır sürüyor.
Kamuoyunda ‘Ankara JİTEM davası’ olarak bilinen ancak kökü Susurluk olaylarına kadar uzanan cinayetlerle ilgili davanın karar duruşması bugün Ankara’da görüldü.
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, faili meçhul cinayetler davasında 17 cinayet yönünden aralarında Mehmet Ağar’ın da bulunduğu 17 sanığın beraatine hükmetti.
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Lazem Esmaeılı ve Asker Smıtko cinayetleri yönünden ise Yeşil kod Mahmut Yıldırım’ın ifadesi alınmadığı gerekçesiyle Mehmet Ağar dahil bazı sanıkların dosyasının ayrılmasına karar verdi.
Mahkeme heyetinin kararını açıklaması öncesinde mütalaasını veren savcı, 17 sanığın beraatini talep ederken, firari Yeşil Kod adlı Mahmut Yıldırım hakkında dosyanın ayrılmasına, sanık Ahmet Demirel hakkındaki dosyanın ise öldüğü gerekçesiyle düşürülmesini istedi.
Mütalaanın okunmasının ardından söz alan Avukat Mehmet Emin Aktar:
”Sonuç bizim için şaşırtıcı değil. Bu mahkemeden adil bir karar çıkmayacağı kanaatimiz pekişti. Siz ne karar verirseniz verin bu sanıklar bizim vicdanımızda mahkum olmuştur.”
DAVAYA KONU OLAN, ZORLA KAYBEDİLEN VEYA İNFAZ EDİLEN İSİMLER ŞÖYLE SIRALANIYOR:
- Abdülmecit Baskın,
- Namık Erdoğan,
- Metin Vural,
- Recep Kuzucu,
- Behçet Cantürk,
- Savaş Buldan,
- Haci Karay,
- Adnan Yıldırım,
- İsmail Karaalioğlu,
- Yusuf Ekinci,
- Ömer Lutfi Topal,
- Hikmet Babataş,
- Medet Serhat,
- Feyzi Aslan,
- Lazem Esmaeılı,
- Asker Smıtko,
- Tarık Ümit,
- Salih Aslan ve
- Faik Candan.
Eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar davanın sanıkları arasındaydı

DAVANIN SANIKLARI
Davanın sanıkları arasında;
- Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar,
- Eski Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin,
- Korkut Eken,
- Ayhan Çarkın gibi 19 isim yer aldı.
Sanıklar, ‘cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün faaliyeti kapsamında insan öldürmek’ suçundan Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı.
1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerle anılan ve devletin varlığını uzun süre kabul etmediği Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Merkezi (JİTEM) 1988’den 2005’e kadar geçen sürede özellikle doğu ve güneydoğudaki birçok faili meçhul cinayetten sorumlu tutuluyor.
Ancak yine aynı dönemde öldürülen Yusuf Ekinci’nin oğlu, davanın müşteki avukatlarından Sertaç Ekinci JİTEM olarak bilinse de aslında bu davanın konusunun ‘Susurluk çetesi’ olarak tanınan kişilerin işlediği cinayetler olduğunu belirtiyor.
3 Kasım 1996 yılında Susurluk’ta meydana gelen trafik kazası emniyet, siyaset ve mafyanın bazı yasa dışı eylemlerde işbirliğini ortaya sererken, dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller kazada hayatını kaybeden mafya lideri Abdullah Çatlı’yı kastederek ‘’Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir’ demişti.

Tansu Çiller 1993-1996 yılları arasında başbakanlık görevinde bulunmuştu
Davanın 2017’deki duruşmasında, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve eşi Özer Uçuran Çiller’in tanık olarak dinlenmesi talebi ise reddedildi.
DAVANIN SEYRİ
O dönemde öldürülen ya da zorla kaybedilen 19 kişiyle ilgili soruşturma süreci ilk 2011 yılında başladı. O süreçte sanıklardan Ayhan Çarkın itiraflarda bulunarak, işlenen cinayetleri keşiflerde birebir gösterdi.
Üstünde gizlilik kararı bulunan davanın ilk duruşması ise 16 Mayıs 2014’te yapıldı. Tutuklu sanığın olmadığı dava kapsamında eski MİT Güvenlik Daire Başkanı Mehmet Eymür kendisine verilen 29 kişilik infaz listesini mahkemeye sundu.
Avukat Ekinci, bazı cinayetlerde kullanılan Uzi marka silahların sadece özel harekat ekiplerinde bulunduğu bilgisini verdi. Ekinci dosyada başka “ciddi deliller” de bulunduğunu belirterek, sanıkların daha önceki duruşmalara getirilmemesini eleştirdi.
Davanın sanıklarından Mehmet Ağar’ın ifade vermesi için usulde olmayan bir yöntemle özel bir ara duruşma yapıldığını belirten Ekinci, eski İçişleri Bakanına sorularını ancak SEBGİS yoluyla yöneltebildiklerini söyledi.
Ekinci dava sürecinde yaklaşık 15-20 hakim ve en az beş savcı gördüklerini de sözlerine ekledi.
Kayıp yakınları davayı yakından takip etti
Cinayetleri aydınlatılmayı bekleyen 19 kişinin yakınları adaletin yerini bulması umuduyla duruşmaları yakından takip etti.
Musa Anter’in kızı Rahşen Anter
1992 yılında bir kültür festivaline katılmak için geldiği Diyarbakır’da öldürülen, Kürtlerin ‘Ape Musa’ adıyla tanıdığı gazeteci-yazar Musa Anter’in kızı Rahşan Anter yaptığı açıklamada duygularını şu sözlerle dile getirdi:
Rahşan Anter:
”Hepimiz babalarımızın bir tanesiydik. Babamın öldürülmesinin üstünden 27 yıl geçti. O zaman 46 yaşındaydım, şimdi ise 72. Arada geçen sürede hiçbir şey değişmedi, geriye kocaman bir hiçlik kaldı.”
Medet Serhat’ın oğlu Rumet Serhat:
”12 Kasım 1994’te İstanbul’da arabasında kurşunlanarak öldürülen Kürt avukat Medet Serhat’ın oğluyum..
Babamı kaybettiğimde 16 yaşındaydım. Saldırı sırasında aynı arabada bulunan annem de ağır yaralandı ve sakat kaldı. Devlet aynı anda iki yanağıma birden şamar indirdi.”
Begüm Erdoğan:
”Babam, 1994 yılında Ankara’da gözaltına alındıktan sonra öldürüldü. Öldürülen Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan’ın kızıyım..
25 yıldır mahkeme kapılarında adalet aradık. Bu kadar zamandır boğazımda bir yumruk ve göğsümde bir hançerle yaşıyorum. Bundan sonra da adaletin tecelli edeceğini düşünmüyoruz ama davamızdan da vazgeçmiyoruz. Ben babamın mezarına gidince mezar taşına bakamıyorum; çünkü kanı yerde. Hiçbir şey yapamıyoruz.”
Faili meçhul cinayetler
Türkiye’deki faili meçhullerle ilgili çok kesin bir rakam söylenemiyor.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre, 1990 ile 2013 yılları arasında 1919 faili meçhul cinayet işlendi. İnsan Hakları Derneği (İHD) ise bu rakamları eksik buluyor ve sayının en az 5 bin civarında olduğunu belirtiyor.
Siyasi cinayetlere kurban gidenlerin yakınlarını bir çatı altında toplayan Toplumsal Bellek Platformu’na göre 1990’lı yıllarda sivillere yönelik faili meçhul cinayetler ve zorla kaybetmeler bir devlet politikası olarak uygulandı. Platform bu politika ile yüzleşme fırsatı tanıyan az sayıdaki davanın ise teker teker kapatıldığını belirtiyor.
Ankara’daki bugünkü duruşmanın ardından 1990’lı yıllardaki faili meçhullerle ilgili geriye devam eden iki dava kaldı.
“JİTEM DOSYASINDA ZAMAN AŞIMI OLMAZ”

Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin katledilişinin 206. haftası anma etkinliği düzenlendi.
Diyarbakır Barosu, Ankara’da görülen JİTEM davası takip edecek
Baro Başkanı Cihan Aydın:
”Tahir Elçi cinayetinin üzerinden beş yıl geçti. Faillerin bulunması yönündeki taleplerimizi yılmadan dile getireceğiz..
İçinde bulunduğumuz hafta İnsan Hakları Haftası, maalesef ülkede en çok ihtiyaç duyulan İnsan Hakları meselesi gittikçe kötü bir tablo çizmeye, kronikleşmeye devam ediyor..
Ankara’da çok önemli bir dava görüldü. Kamuoyuna Ankara JİTEM davası olarak yansıyan ama aslında 1996 yılında Susurluk ilçesinde devletin bir kamyona çarpması sonucu ortaya çıkan devlet-siyaset ve mafya ilişkilerini ortaya koyan çok önemli belgeler ortaya çıktı..
O dönemin Başbakanı Devlet Denetleme Kurulu’nu göreve çağırdı ve Susurluk kazası ile ilgili ortaya çıkan belgeler üzerinden bir rapor hazırlaması için bir kamu görevlisini görevlendirdi. Hazırlanan raporda devletin, siyasetin ve mafyanın karışmış olduğu kirli bir geçmiş ortaya çıktı..
Bu geçmiş üzerine bir dava açıldı ve bugün Ankara’da görülen duruşmada maalesef alışık olduğumuz şekilde beraat ile sonuçlandı. Aralarında Medet Serhad, Faik Candan ve Yusuf Ekinci meslektaşlarımızın da bulunduğu 19 kişinin ölümünden sorumlu tutulan 17 kamu görevlisi hakkında açılan dava beraat ile sonuçlandı..
Geçmişle yüzleşme meselesini yine her platformda aynı kararlılıkla yerine getirmeye devam ediyoruz. Bu mahkeme kararı beraat ile sonuçlanmış olabilir. Bu Türkiye Hukuku açısından bir anlam da ifade edebilir ancak bu zorla kaybetmeler, kısa yoldan yargısız infazlar meselesini uluslararası hukuk insanlığa karşı suç olarak tanımlamaktadır..
Bu suçların uluslararası hukukta zaman aşımı yoktur. Türkiye hukuku bu konuda zaman aşımı öngörmüş olabilir ama uluslararası hukuk Anayasanın 90. Maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde bu dosyanın ilerde tekrar bir soruşturma/kovuşturmaya konu edilebileceğini hatırlatmak isterim..
Bu dava, katledilen başkanımız Tahir Elçi tarafından ve Diyarbakır Barosunun komisyonlarınca ısrarla takip edildi, bundan sonra da takip edilmeye devam edilecek..
Bu dosya bir beraat kararı ile kapanmış görünse de toplumun vicdanında bu dosya her zaman açık olacak. Bu suçlarla yüzleşene kadar, failler tespit edilip yargı önüne çıkarılana kadar toplum vicdanında suçlu kalmaya devam edecekler, biz de suçluları aramaya devam edeceğiz.”
Faili meçhul demek, “yapanı bilinmeyen” demektir.
Bu terim daha çok cinayetlerle ilgili olarak kullanılmıştır. Özellikle 1990’larda siyasi ayağı da bulunan bazı cinayetler aydınlatılamamış ve bunlara faili meçhul denilmiştir.
Bu işle ilgili olarak özellikle suçlanan iki siyasetçi vardır.
1-Tansu Çiller, Süleyman Demirel’den sonra Doğru Yol Partisi’nin başına geçen isimdir. Kendisi “Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir!” sözleri ile faili meçhullere dolaylı destek vermiş birisidir. Bugün o Tansu Çiller, bütün gücü ile Tayyip Erdoğan’ı desteklemektedir.
2-Mehmet Ağar, aynı süreçte içişleri yönetiminin kilit ismi olarak öne çıkmıştır. Ünlü Susurluk kazası da dahil birçok olay onunla bir biçimde ilişkilendirilmiştir. Faili meçhul döneminin yöneticisi ve sonraki sürecin DYP Genel başkanı olarak siyasetçisi Mehmet Ağar bugün bütün gücü ile Tayyip Erdoğan’ın yanındadır.
Son olarak açık açık yeni kurulacak parti liderlerini (Ahmet Davutoğlu ile …), bunların AKP’yi iktidardan düşüreceğini söyleyip tehdit etmiştir. Peki Tansu Çiller-Mehmet Ağar dönemlerinde Tayyip Erdoğan nerede duruyordu? Tam bu iki ismin karşısında…
Erdoğan ve o zamanki partisi Refah Partisi yöneticileri her fırsatta bunları eleştiriyorlardı. Bugün karşıtlık gitti, dostluk geldi. Erdoğan-Çiller-Ağar kol kolalar.
Soruyorum: Faili meçhulcülükle suçlanan Tansu Çiller- Mehmet Ağar mı değişti yoksa Tayyip Erdoğan mı?
“ERDOĞAN’IN YALANCI ŞAHİDİ”
Ülkemizin ekonomik durumu o kadar bozuldu ki AKP hızla oy yitiriyor. Tayyip Erdoğan’ın tek adam saltanatı sallanıyor. Ne yapması gerekir peki? Ekonomiyi batırdığına göre halkın gözünü başka bir biçimde bağlaması gerekiyor. Bunun için vatan kurtaran kahraman havalarına girdi.
Suriye’ye daldı. Yetmedi işin içine Libya’yı soktu. Bunlar kesmeyince 10 yıl geriye gidip Dersim işini yeniden masaya sürdü. CHP’yi geçmişiyle yüzleşmeye çağırdı. Aklınca, CHP’nin burada katliam yaptığını söyleyerek kamuoyundan puan kazanmaya çabalıyor.
AKP Lideri, bir taraftan devletin tek kahramanı havalarına girerken bir yandan da başında bulunduğu devletin altını kazıyor bu tavrıyla…
Peki şahidi kim? Necip Fazıl Kısakürek… Yalancı, rüşvetçi, darbe şakşakçısı Necip Fazıl… Bu iftiracı adam, “Son Devrin Din Mazlumları” adlı kitabında Dersim’de 50 binden fazla insanın katledildiğini söylüyor. Tayyip Erdoğan da bu işi CHP’nin yaptığını söylüyor. Bu konuyu bütün ayrıntıları ile “DERSİM İSYANLARI VE SEYİT RIZA GERÇEĞİ” adlı araştırma kitabımda ortaya koydum.
Sadece özet vereyim:
1937 yılında Seyit Rıza yönetimindeki cumhuriyet karşıtı eşkıyanın bastırılması için Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın onayı ile yapılan operasyonda öldürülen eşkıya sayısı 262’dir. Gel gör ki 1938 operasyonunda katledilenlerin sayısı 13160’a çıkar. Çünkü bu ikinci operasyonu yapanlar Fevzi Çakmak ile Celal Bayar’dır.
İsmet İnönü 1937 yılı Ekim ayında başbakanlıktan ayrılmış, yerine Celal Bayar gelmiştir. Atatürk ağır hasta olarak İstanbul’da yatmaktadır. 38 kırımı, Fevzi Çakmak tarafından Temmuz ayında plana bağlanmış, Ağustos’ta başlatılmıştır. Adına da “3. Ordu Manevrası” denilerek gizlenmiştir.
Bu katliamı yapanlar, CHP içindeki Osmanlıcı zihniyetli gericilerdir. Zaten 8 sene sonra bunlar CHP’den kopacaklar ve Demokrat Parti’yi kuracaklardır.
Yani Dersim’de katliam yapanlar, Kemalist CHP’liler değil o süreçte partiye sızmış olan mezhepçi-gerici ağa şeyh iktidarından yana olan kliktir. Bu olayda Kızılbaş düşmanlığı ağır basmıştır.
AKP işte bu çizginin devamı olarak iktidara gelmiştir ve ülkeyi yönetmektedir. Necip Fazıl’a gelecek olursak… Dersim işini yazması, oradaki Alevilerin acısına ortak olmak için değildir. Bu olay üstünden o cumhuriyet rejimi ile hesaplaşmak peşindedir. Bütün hain şeyh-ağa takımını mazlum gösteren Necip Fazıl gibiler, Dersimlilerin en azılı düşmanları olmuşlardır. Bu gerçeği günümüzün Tunceli halkı çok iyi bilmektedir.
Musa Anter davasında, kaçırılan gazeteci dinlendi
Musa Anter’in öldürülmesi ve bazı faili meçhul cinayetlere ilişkin JİTEM davasında, Anter’in öldürüldüğü gün olay yerine gitmek isterken kaçırılarak darp edilen gazeteci Ferit Aslan tanık olarak dinlendi. Aslan, “17 yıl sonra Mahmut Yıldırım’ın oğlu bir kitap yayımladı ve babasının daha önce bilinmeyen 10 fotoğrafını paylaştı. O fotoğraflardan birini görünce bizi kaçıranlardan birinin o olduğundan emin oldum” dedi.

Kamuoyunda “Musa Anter ve JİTEM Ana Davası” olarak bilinen davanın 23’üncü duruşması Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
1992 yılında öldürülen gazeteci ve yazar Musa Anter’in oğlu Dicle Anter’in de hazır bulunduğu duruşmada Musa Anter cinayeti sonrası olay yerine haber takibi için giderken kaçırılan gazeteci Ferit Aslan dinlendi.
Çalıştıkları yerel Söz gazetesinde o gece nöbetçi olduğunu ve gelen bir ihbar üzerine olay yerine gittiklerini aktaran Aslan, ilk başta öldürülen kişinin Musa Anter olduğunu bilmediklerini söyledi. Aslan olay günü yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Gazeteden iki arkadaşımla ticari bir taksiye binip olay yerine doğru yola çıktık. Kolordu komutanlığını geçer geçmez bir ambulans sokaktan hızla çıktı. O sokaktan girdiğimizde 21 SV 007 plakalı, Toros marka beyaz bir aracın sokağı kapattığını gördük. Araçtan iki kişi silahlarla indi ve bize nereye gittiğimizi sordu. Cinayet ihbarı aldığımızı, gazeteci olduğumuzu söyleyince ‘Bizi takip edin, olay yerine götürelim’ dediler. Biz de takip ettik. Bir süre sonra çıkmaz bir sokağa girildi. Bizi orada sorgulamaya başladılar.”
Kaçıranların kendilerini darp ettiğini, dişlerinin ve burnunun kırıldığını söyleyen Aslan “Sürekli ‘Kimin öldürüldüğünü biliyor musunuz?’ ‘Sizi, kim niye gönderdi’ diye soruyorlardı. Tekrar bizi araçlara bindirip sabah saat 04.00’e kadar gezdirdiler. Malatya’ya 90 km uzaklıkta bir yerde bizi indirdiler ve ‘Direkt gidin, bir daha yakalarsak öldürürüz’ diyerek serbest bıraktılar” dedi.
’17 YIL SONRA MAHMUT YILDIRIM OLDUĞUNU ANLADIM’
Malatya’ya döndüklerinde öldürülen kişinin Musa Anter olduğunu öğrendiklerini ve kendilerini neden sabah saatlerine kadar gezdirdiklerini o zaman anladıklarını ifade eden Aslan, hakimin kaçıranlar arasında “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın olup olmadığına dair soruya yanıtı şöyle oldu:
“Mahmut Yıldırım’ın herkesçe bilinen tek fotoğrafı vardı ve ben bu kaçırılma olayından yıllar sonra bile o fotoğrafla bizi kaçıranlar arasında benzerlik kuramamıştım. 17 yıl sonra Mahmut Yıldırım’ın oğlu bir kitap yayımladı ve babasının daha önce bilinmeyen 10 fotoğrafını paylaştı. O fotoğraflardan birini görünce bizi kaçıranlardan birinin o olduğundan emin oldum. Eli alçılı, aracı kullanan ve diğerlerinin müdürüm dediği Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’dı.”
Duruşmada, 18 yıl koruculuk yapan ve daha önceden faili meçhul cinayetlerle ilgili yazdığı bir kitap da bulunan Bedran Akdağ dinlendi. Akdağ sanıkları tanımadığını söyledi.
Duruşmada Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın ekibinde yer aldığı iddia edilen Mesut Mehmetoğlu da hakkındaki iddiaları reddetti. Mehmetoğlu, “Ben Ayten Öztürk cinayetinin işlendiği gün Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde tutukluydum. Bu ve benzeri hiçbir cinayetle alakam yok. Beraatimi istiyorum” dedi.
MAHKEME 25 MART’A ERTELENDİ
Mahkemenin ara kararında Mahmut Yıldırım’ın da arasında bulunduğu firari sanıklar hakkındaki yakalama emirlerinin yerine getirilmesinin beklenmesine, JİTEM ile ilgili bir televizyon programı yapan Latif Şimşek’in tanık olarak davet edilmesine karşın duruşmaya katılmaması nedeniyle zorla getirilmesine ve bazı tanıkların dinlenmeleri için işlemler yapılmasına karar verildi. Mahkeme 25 Mart 2020 saat 14.00’e ertelendi.
İLGİLİ HABER
© Deutsche Welle Türkçe – Gülsen Solaker – Yurt Gazetesi – Rıza Zelyut -gazeteduvar – Şaban Çoban
