
“TIP BİLİMDİR, BİLİMİN ALTERNATİFİ OLMAZ”
32 yaşında meme kanseri teşhisi konan öğretmenin ‘alternatif tıp’ tedavisi sonrası yaşamını yitirmesi ‘alternatif tıp’ tartışmalarını yeniden gündeme getirdi.
Halk sağlığı uzmanı Doç. Dr. İlker Belek:
“Bugün esas şirketleşme ve ticarileşmenin alternatif tıp denilen alanda yaşandığını ve 100 milyar dolarlık bir paranın döndürüldüğünü belirtmeliyim..
Tıp bilimdir, bilimin alternatifi olmaz, bugün bilim ile şirketlerin çirkin ilişkisine itiraz edenlerin yapması gereken, bilime değil, kapitalizme karşı çıkmak ve antikapitalist, sosyalist mücadele içinde yer almaktır..
İnsan sağlığıyla ilgili fikirleri olanların, bu fikirlerini halklaştırmaları, halkın hizmetine sunmaları için yapmaları gereken ilk şey, o fikirlerini yine bilimin, modern tıbbın araştırma metodolojisiyle sınamak olacaktır.”
“KÂR İÇİN HALK SAĞLIĞI FEDA EDİLİYOR”
“Modern tıp kapitalizmin bir dayatması mı? Ve gerçekten asıl “modern tıp” mı öldürüyor? “
Doç. Dr. İlker Belek:
“Kapitalizmin, şirketlerin, tekellerin tıbbı kendi çıkarları için kullandığı, ilaç tekellerinin tıp alanından para kazandığı, para kazanmak için ar-ge yaptıkları, vb, tüm bunlar doğru..
Bundan bir kaç yıl önce New England Journal of Medicine’ın (dünyanın en saygın tıp dergilerinden birisi) editörü, Amerikan FDA’yı (dünyada en çok yeni ilaç onayı veren kurum) ilaç şirketlerinin uşağı olmakla nitelemişti. Çünkü FDA’nın, ilaç şirketlerinin baskısıyla, ilaç şirketlerinden para alarak, gereken araştırma prosedürünü tamamlamadan (dikkat bilimsel araştırma sürecinden söz ediliyor ve bu bilimsel süreç epey zaman alıp, şirketlerin yeterince kar edememesine yol açıyor) ilaçlara kullanım onayı verdiği ortaya çıkmıştı..
Ancak tüm bunlar modern tıbbın değil, gerçekten de kapitalizmin suçudur, maniplasyonlarıdır. Zira modern ile kapitalizm bir ve eş şeyler değildir.. Şirketsiz, tekelsiz kapitalizm olmaz. Şirket, tekel varsa, kar için halk sağlığı feda edilecek demektir..
Bilim dalları, bilimsel anlamıyla, modernite, aydınlanma sürecinde ortaya çıktı, gelişti ve busüreç kapitalizmin geliştiği süreçle de bir şekilde ilişkili olarak gerçekleşti. Kapitalistleşme süreci ve bir sınıf olarak burjuvazi 16-17. Yüzyıllardan itibaren bilimdallarının gelişmesini destekledi.. Yalnızca tıp için değil, tüm bilim alanları için geçerlidir bu.”
“KÜBA TIBBI HER BAKIMDAN DÜNYAYA ÖRNEK OLUŞTURUYOR”
Doç. Dr. İlker Belek:
“Ama dediğim gibi buradan tıp ile kapitalizmi aynışeyler olarak gören bir sonuç çıkarılamaz.. Eğer ortada alternatifi yoksa, herşeyi olduğu gibi bilimi ve tıbbı da kapitalizm ve tekeller kendi çıkarları için kullanırlar.. Aksini düşünecek olursak, bugün Küba tıbbını da yerin dibine sokmamız gerekir, ama öyledeğil, Küba tıbbı her bakımdan dünyaya örnek oluşturuyor, bilim ve tıp Küba sosyalizminin ellerinde tamamen farklı bir bağlama oturuyor, yalnızca halka hizmet ediyor.. Küba’daki modern ama kapitalist olmayan tıptır..
Sağlığa zarar veren tıp değil, kapitalizmdir.. Sınıfsal bakamayanlar bu ayrımı da göremiyorlar..
Aslında “modern tıp” nitelemesi de doğru değil. Çünkü modern olan tıptır, tıp moderndir, bunun nedeni de bilimsel olmasıdır.. Tıbbın modern olarak nitelenmesi, başka kollarının da olabileceği yanılsaması yaratır.. Zaten alternatifçilerin gerçekleştirmeye çalıştıkları ilkşey bu yanılsamadır..
Öte yandan bilim, çokkısa süre içinde, 19. Yüzyılın başlarına denk gelir, kapitalizmin toplumsal ölçekte yarattığı sorunlara karşı sınıf mücadelesinin içinde de yer almıştır.. Bu özellikle tıp için geçerlidir..
Örneğin patoloji biliminin kurucusu olarak kabul edilen Virchow (ki sosyal tıbbın kurucusu olarak da kabul edilir), “hekimlik sosyal bir bilimdir” diyerek Hekimlikte Reform isimli bir dergi çıkarmış ve ömrünü tıp üzerindeki kapitalisthegemonyayı kırmaya adamıştır..
İşte dünyada sosyal tıp, bizde ise daha çok halksağlığı olarak isimlendirilen bilim alanı o çabaların ürünü olarak doğmuş ve gelişmiştir.. Üstelik klasik halk sağlığı kitaplarında Engels de, çok yerinde bir yaklaşımla, halksağlığı biliminin kurucuları arasında anılır. Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu başlıklı kitabı siyasi bir kitaptır ve bir halk sağlığı kitabıdır. Halksağlığı bilimi antikapitalist mücadele ekseninde gelişmiştir.. O nedenle 19. Yüzyılın önemli siyasetçileri halk sağlığıyla ilgilenmişler ve aynı dönemin halk sağlıkçıları da siyaset yapmışlardır..”
“TIP BİLİMDİR, BİLİMİN ALTERNATİFİ OLAMAZ”
Doç. Dr. İlker Belek:
“Tıp bilimdir, bilimin alternatifi olmaz, bugün bilim ile şirketlerin çirkin ilişkisine itiraz edenlerin yapması gereken, bilime değil, kapitalizme karşıçıkmak ve antikapitalist, sosyalist mücadele içinde yeralmaktır.. İnsan sağlığıyla ilgili fikirleri olanların, bu fikirlerini halklaştırmaları, halkın hizmetine sunmaları için yapmaları gereken ilk şey, o fikirlerini yine bilimin, modern tıbbın araştırma metodolojisiyle sınamak olacaktır..”
”BİLİMSEL SINAMADAN GEÇEMEYECEKLERİ İÇİN YANAŞMIYORLAR”
Doç. Dr. İlker Belek:
“Alternatif tıp denilen alanın en önemli sorunu ise tamda budur: Önerdiği yöntemleri bilimsel araştırma metodolojisiyle sınamaya yanaşmıyor olması.. Araştırma yapmaması: Kohort, vaka kontrol araştırmaları, gerekli istatistik analizler… Neden biliyor musunuz: Bilimsel sınamadan geçemeyeceğini bildiği için..
Modern tıp mı, alternatif tıp mı daha çok öldürür?
Ampirik veriler ölçeğinde soruyorsanız, bu soruya bilmiyorum yanıtını vermek zorundayım, kimsenin elinde de bukonuda sağlıklı veri olduğunu sanmıyorum.. Çünkü, dediğim gibi alternatif dünyası tam bir muamma. Kim kayıt tutacak, sorunları kim, nasıl ve hangi havuza bildirecek?.
Alternatif tıp mecrasında herkes aktör olarak yer alıyor: Mahalledeki üfürükçüden tutun, herkes. Buranın kamusal herhangi bir denetim altına alınma ihtimali bulunmuyor. Tersine Sağlık Bakanlığı kamusal denetim diyerek bu alanın önünü açtığında kaosu, düzensizliği, alternatif terörünü desteklemiş oluyor..
Ama şurası kesin: Bugün bulaşıcı hastalıklar, örneğin çocuk felci, kızamık ortadan kalktı, ortalama insan ömrü 85’e çıktı ise (20. Yüzyılın başında ancak 30 idi), artık çocuklarımız basit bir boğaz infeksiyonu nedeniyle böbrek yetmezliğine girmiyorsa, vb, vb, vb… bunda modern tıbbın (örneğin aşıların, suları klorlamamızın, antibiyotiklerin, MR’ın…). ve tıbbın halklaştırılması mücadelesi yürüten pek çok uzmanlık alanından hekimin (Peter Frank, Alfred Grothjan, Che, Semeshko, Nusret Fişek, Nevzat Eren…) çok önemli payı var..”
”BURADAN MODERN TIBBA DEĞİL, KAPİTALİZME ELEŞTİRİ ÇIKMALI”
Bir okurumuz, asıl kapitalizmin dayatması olan modern tıbbın insanları ölmekten beter süründürdüğü görüşünde ve kazananın ilaç firmaları olduğunu söylemiş ve şöyle demiş: Başka ülkelerde bizim ülkemizdeki kadar radyoterapi kullanılmıyor demiş, ne dersiniz?
Doç. Dr. İlker Belek:
“Yabancı ülkelerde bizim ülkemizdeki kadar radyoterapi kullanılmadığı yada radyolojik tetkik yapılmadığı saptaması da doğru.. Biz MR’da ve tomografide Avrupa lideriyiz.. Bu denetimsiz sürecin yalnızca şirketlere para kazandırdığını, halk sağlığına zarar vermekten ve ülke ekonomisini batırmaktan başka işe yaramadığını açıklıyoruz.. Ama yine aynı noktadayız: Buradan modern tıbba değil, kapitalist sisteme eleştiri çıkmalı.. Tıbbın, bilim insanlarının, hekimlerin şirketlerle kirli ilişkiler içinde olduğunu mu söylüyorsunuz: Bunda da önemli doğruluk payı var. O halde tıbbı ve hekimliği bu kirlilikten kurtarmak için toplumsal, sınıfsal mücadele verelim.”
“ESAS ŞİRKETLEŞME, TİCARİLEŞME ALTERNATİF TIPTA YAŞANIYOR”
Doç. Dr. İlker Belek:
“Bir nokta daha: Alternatif denilen alanın tıp gibi kirli ilişkiler içinde olmadığına dair kanı tam bir yanılgıdır. Bugün esas şirketleşme, ticarileşme o alanda yaşanıyor. Çünkü modern tıp işçi sınıfının mücadelesi sayesinde 20. Yüzyılın başından itibaren bütün dünyada önemli derecede kamunun denetimine alınmış durumda. Alternatif alanında dönen paranın yıllık 100 milyar Dolar civarında olduğu tahmin ediliyor ve ben bunun çok düşük bir tahmin olduğunu tahmin ediyorum, çünkü o alanda bilinmeyen, kontrolsüz o kadar çok şey var ki. Orada yaşanan sorunlar, ancak, yapılanlar ölümle sonuçlandığında bilinir hale gelebiliyor.
Şunlar gülünç argümanlar: Başka ülkelerde bizim ülkemizdeki kadar radyoterapi kullanılmıyor. Eee…, ne yapacağız yani radyoterapi çok kullanılıyor diye piyasaya sülük mü süreceğiz? Kana kan, dişe diş misali. Yapılması gereken açık ve basit: Tıbbı piyasadan kurtarmak ve tıbbi teknolojinin hasta ve toplum yararına kullanılmasını sağlayacak bilimsel kriterler geliştirmek. Yine bilim. Üstelik şunu da ekleyeyim: Alternatif saçmalığı, tıbbi teknolojinin bize göre daha mantıklı biçimde kullanıldığı Batı ülkelerinde de yaygınlaşıyor. Neden mi? Aynı nedenle: 1- Orada da hükümetler, kamu sağlık harcamalarını azaltmak ve sağlık maliyetlerini toplumun üzerine yıkmak için, kamu sigorta sistemlerinin dışında alan alternatifi destekliyorlar. 2- Orada da muhafazakarlaşma, gericilik toplumları esir alıyor.
“BİTKİLERLE TEDAVİNİN ADI FİTOTERAPİDİR”
Kışkırtıcı bir soru soralım. Tıp şifalı bitkileri yok mu sayıyor? Yani şöyle bir iddia için ne dersiniz: ilaçlar, hastaneler, tedavi yöntemleri iyi hoş da… Alternatif yöntemlerle de iyileşebiliyor insanlar. Hekimler bunu da yok saymasın!
Doç. Dr. İlker Belek:
“Başlarken bir bilgi: Alternatif tıp denilen alan yalnızca bitkilerle tedavi değildir. Bitkilerle tedavinin adı fitoterapidir, ama fitoterapi dışında alternatif olarak nitelenen yöntemlerin sayısı, en azından Sağlık Bakanlığının ilgili yönetmeliğinde 15’tir. Ama bunların dışında niceleri var: Örneğin avuç içindeki çizgilere bakarak hastalık tanısı koymak. Dalga geçmiyorum, bu alternatifçilerin ayrı bir uzmanlık alanı: Hangi birisini ele alacağız?”
‘”İNE BİLİM BELİRLİYOR”
Doç. Dr. İlker Belek:
“Diyelim ki sizin andığınız fitoterapiyi: Evet, hangi bitkinin hangi hastalığa iyi geldiği söyleniyor? Hangi dozda, hangi sıklıkta alınacak, o bitki hangi yöntemle içindeki zararlı olabilecek maddelerden ayrıştırılıp, insanların kullanabileceği preparat haline getirilecek, tablet formunda mı, şurup formunda mı içilecek? Tarçın nefes açıcıdır deniliyor değil mi? Hangi miktarda, ne kadar kaynatarak, kaynatarak mı, kaynayan suyla karıştırarak mı, tarçını hazırladınız diyelim, oda ısısında kaç saat, gün bozulmadan şifa verici etkisini koruyabilir? Bin bir tavsiye var değil mi bu soruların her birisiyle ilgili olarak. Gerçekten şifa veren etkisi var mı, herkeste mi, öksürükte ise hangi tür öksürükte? Nasıl yanıtlayacağız bu soruları? Yine bilimle..
Evet pek çok bitki kullanılmakta oldukları şekilde pek zararlı değildir, annelerimizden, nenelerimizden gelen bilgiyle idare edebiliriz.. Ancak pek çoğu için de durum böyle değildir. Hatırlarsınız bir zamanlar zakkum konusu vardı. Bir hekim zakkumla kanseri tedavi ettiğini ileri sürüyordu. Tartışmalar, ortalık toz duman olmuştu.. Ne oldu şimdi zakkum ve kanser ilişkisi? O zaman da aynı şeyi söylemiştik: Zakkumun kanseri tedavi ettiği konusunda teziniz varsa, kanıtlayınız. Tezin kanıtlanması sorumluluğu tez sahibinindir. “Ben böyle inanıyorum, düşünüyorum, inanmayan kanıtlasın” diyemezsiniz.
Ama eczacılık fakültelerinin farmakognozi bilim dalları zaten bunlarla ilgilenmiyor mu? Yani fitoterapi denilen alternatif alan, aslında farmakognoziden rol çalmaya, bilimsiz farmakognozi inşa etmeye çalışmış olmuyor mu?”
“MUCİZE ETKİLERİ OLSA SÖZÜ EDİLEN BİTKİLERİ HALKA, AKTARALARA BIRAKILAR MI?”
Bir uyarı: İlaç firmaları ve eczacılık, tıp gibi bilim dalları, bitkilerin etkili oldukları iddia edilen hastalıklar konusundaki etkinliklerini araştırmıyorlar mı sanıyorsunuz. Eğer bitkilerin hastalıklar üzerinde sözü edilen türden mucizevi etkileri olsa tekeller hiç o sözü edilen bitkileri halka, aktarlara bırakırlar mı, para kazanmak, milyarca doları cebe indirmek varken. Şunu söylemeye çalışıyorum: Fitoterapide sözü edilen bitkilerin çok önemli kısmının hastalıklar üzerinde hiçbir etkisi yoktur ya da en azından iddia edilen düzeyde etkisi yoktur. Sağlığa yararlı etkileri olan bitkiler eczacılık ve tıp tarafından araştırılarak, endüstrinin hizmetine sunulmaktadır zaten. Tersine pek çok bitkinin, özellikle Uzakdoğu ülkelerinde kullanılan pek çok bitkinin, insan sağlığı üzerinde doğrudan zararlı etkileri kanıtlanmıştır. Alternatif uygulamalar pek çok durumda tedavinin gecikmesine ya da hiç uygulanmamasına neden oldukları için hasta sağlığı açısından ayrıca zararlıdırlar.
Bu konudaki çok dramatik son örnek Bursa’dan geldi: Bir öğretmen meme kanserinin tedavisini radyoterapide, kemoterapide, cerrahide değil de açlık tedavisinde aradığı için hayatını kaybetti. Bu örnek gericiliğin toplumsal maliyetini de gösterir aynı zamanda.
Halk sağlığını korumak her zaman eşitlikçi, ilerici, aydınlanmacı, kamucu mücadeleyi gerektirdi. Bugün bu gerçeği daha fazla derecede gündemimize almalıyız.”
‘ALTERNATİF TIP’ CAN ALDI …
32 yaşında meme kanseri teşhisi konan İngilizce öğretmeni Merve Gülşah Şahin, kemoterapiyi reddetmesinin ardından Bursa’da bir aile hekimine gitti. Aile hekiminin ‘alternatif tıp’ yöntemleri önerdiği ‘tedavi’nin ardından, genç kadın yaşamını yitirdi.
Aile, genç kadının doktorundan şikayetçi oldu. Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. İlker Belek, ‘Siyasi düzeyde gericilikle mücadele halk sağlığı açısından da gerek koşul durumundadır’ dedi.

İngilizce öğretmeni Merve Gülşah Şahin’e 32 yaşında meme kanseri teşhisi konuldu. Hastalığının ikinci evresinde olduğu anlaşılan ve onkologların kemoterapi alıp ve kitle küçüldükten sonra da ameliyat olması gerektiğini söylenen Şahin, kemoterapiyi reddetti.
Aidin Salih isimli şahsın kitabında yer alan alternatif tıp yöntemleriyle iyileşeceğine inanıp, bu yöntemleri uygulayan ve konuyla ilgili bir aile hekimine giden Şahin’in hastalık dönemini anlatan kardeşi Çiğdem Hatipoğlu, 1 yıl boyunca gerçek anlamda tıbbi bir işlem görmediklerini, ultrason bile yapılmadığını anlattı.
AÇLIK ORUCUYLA TEDAVİ
Bitkilerle ve açlık orucuyla “tedavi” edilmeye çalışılan Şahin’in tümöründe küçülme olmadığını anlatan kardeş Hatipoğlu, 4. evrede radyoterapi ve kemoterapi sürecine başladıklarını ancak metastaz nedeniyle Şahin’i kurtaramadıklarını anlattı.
Hatipoğlu:
“Doktorun kötü niyetli olduğunu düşünmüyorum ancak kanser konusunda korkunç şekilde bilgisiz olduğunu net bir şekilde gördük. Hastalık seyrini ultrasonda izlemeden, tümöre bile bakmadan, tümörün büyümesini iyiye yormasından dolayı Gülşah ölüme gitti. Bizim ciğerimiz yandı. Kanser hastaları onkolog dışında kimseye güvenmesin. Aidin Salih’in kitabını okuduğumda çoğu kanseri, kanser olarak değerlendirmediği gibi bazı bilgiler gördüm.”
‘DOKTOR GÖZÜNE, TIRNAKLARINA VE KAN DEĞERLERİNE BAKTI’
Doktorun üç ayda bir gerçekleştirdiği muayenede kardeşinin yalnızca el, ayak tırnakları ile kan değerlerine ve gözlerine baktığını söyleyen Hatipoğlu, kardeşini ölüme götüren ihmaller nedeniyle doktordan şikâyetçi olduklarını belirtti..
Hatipoğlu şunları söyledi:
“Tetkiklere gerek duymuyordu. Kardeşim, öylesine inanmış ve umutluydu ki, süreci sorgulamıyordu. Ancak zamanla tümör gittikçe büyüdü ve fark edilir hale geldi. Bir gün aniden tümör bölgesinden kan akmaya başladı. Etraf kan gölüne dönmüştü. Doktoru aradığımızda tümörün vücuttan atılmaya başladığını söyledi. O günden sonra tümör, sürekli açık halde iltihap akan bir yaraya döndü. Gülşah, bir türlü hastaneye gitmeye ikna olmuyordu. Annem son çare doktoru arayıp ateş püskürdü ve sonrasında doktor Gülşah’tan ultrason için hastaneye gitmesini istedi. Ardından da kararını değiştirip, hastaneye gitti.”
KAPİTALİZMİN UYDURMASI: ‘ALTERNATİF TIP’
80’lerden itibaren bir sektör haline dönüşen ve ülkemizde de özellikle AKP iktidarı dönemiyle birlikte önü açılan “alternatif ve tamamlayıcı tıp” yöntemlerinin desteklenmesi, vatandaşların sağlığıyla oynamak anlamına geliyor.
Bu yöntemleri en çok da kanser hastalarının kullandıkları biliniyor. Bunların başında bitkisel ürünler, vitaminler, mineraller, probiyotikler ve akupunktur geliyor. Bunlar eğer modern tıbbın yerine kullanılıyorlarsa “alternatif tıp”tan, modern tıpla birlikte kullanılıyorlarsa “tamamlayıcı tıp”tan söz ediliyor.
AKP de bilim dışı bu yöntemlere destek oluyor. Türkiye’de şu anda Sağlık Bakanlığına bağlı “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Daire Başkanlığı” bulunuyor.
‘GERİCİLİKLE MÜCADELE HALK SAĞLIĞI AÇISINDAN DA GEREK KOŞULDUR’
Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Halk Sağlığı Uzmanı İlker Belek, yaşanan ölümün ardından şu değerlendirmeyi yaptı:
Bu gibi trajik olayların arkasındaki temel faktör, artık, hükümetin ve Sağlık Bakanlığı’nın “alternatif”, “geleneksel”, “tamamlayıcı” tıp başlığındaki bir anlayışı uzun yıllardır pompalıyor ve bir kaç yıl önce de konuyla ilgili özel bir yönetmelik yayımlamış olmasıdır.
Meme kanserinde açlıkla tedavi gibi bir yöntem ilgili yönetmelikte yer almıyor olsa bile, bakanlığın açtığı yoldan her tür saçmalık tıp ortamına müdahale eder ve sağlığı tehlikeye atar girer hale gelmiştir.
“Alternatif”, “tamamlayıcı” başlığı altına sokulan yöntemlerin hiç birisinin, etkili oldukları ileri sürülen hastalıklar üzerinde kanıtlanmış etkisi yoktur.
Ama zaten “alternatif”çilerin yöntemlerinin etkinliğini kanıtlamak gibi bir dertleri de bulunmaz. Onlar hissettiklerini ve en fazlasından da kendi kişisel gözlemlerini kanıt olarak sunarlar ve sonuç olarak da insan sağlığında işte bu türden çok önemli olumsuzluklara yol açarlar.
“Alternatif” yöntemlerin bir kısmının kendilerinin doğrudan sağlığa zararlı etkileri vardır, bu gruba kimi bitkiler sokulabilir. Kimi “alternatif” yöntemler ise bu örnekte olduğu gibi gerekli tedavinin yerini aldığı için hastalığın ilerlemesine ve nihayetinde ölüme yol açar.
Türkiye’de özellikle kanser hastalarının çok değişik “alternatif” yöntemi kullandığını biliyoruz: Nedenleri, modern tıbba olan güvensizlik, resmi otoritelerin modern tıbba güveni sarsan açıklamaları, modern tedavi yöntemlerinin hastanın cebinden yüklü miktarda para çıkmasına neden olmasıdır.
Ama bütün bu nedenlerin en başına AKP tarafından yaratılan gerici ideolojinin bütün toplumu esir alan etkilerini yazmak gerekir. Bir öğretmenin tıbba, hekimlere güvenmeyip, meme kanserini açlıkla tedavi etmeye çalışması gericiliğin ülkemizde ulaştığı boyutu göstermesi bakımından da çarpıcıdır.
O nedenle siyasi düzeyde gericilikle mücadele halk sağlığı açısından da gerek koşul durumundadır.
Tabii, kendisine başvuran hastayı bir onkoloğa yönlendirmek yerine, tırnaklarına bakarak izlemeyi tercih eden “aile hekimi”ni ilgili tabip odası mutlaka soruşturacaktır.
“GELENEKSEL VE TAMAMLAYICI TIP UYGULAMALARI, BİLİMSEL TIP DEĞİLDİR …”
AKP’nin son yıllarda dayattığı uygulamalardan biri de kısa adı GETAT olan geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları.
Sağlık Bakanlığı tarafından meşrulaştırılmaya çalışılan bu uygulamalar, bilimsel yöntem süreçlerinden uzak bir ‘çözüm’ pazarlanıyor. GETAT konusunu halk sağlığı uzmanı Dr. Akif Akalın’la konuştuk…

Geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları (GETAT), Sağlık Bakanlığı tarafından “önleyici,” “tamamlayıcı” veya “geleneksel” olarak tanımlanarak meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bilimsel yöntem süreçlerinden uzak bir “çözüm” pazarlanıyor.
Bu bilim düşmanı süreçte, doktorların reçeteye “hacamat”, “sülük”, “kupa” yazabileceği bir yasal zemin oluşturulmaya çalışılıyor.
Sağlık Bakanlığı’nın “GETAT” adı altında meşrulaştırmaya ve yasallaştırmaya çalıştığı bu bilim dışı süreci, halk sağlığı uzmanı Dr. Akif Akalın’la konuştuk..
“Toplumcu Tıp”, “Sağlığa ve Hastalığa Toplumcu Yaklaşım”, “Toplumcu Tıbba Giriş” kitaplarıyla tanınan ve soL Haber Portalı’nda “Sınıfın Sağlığı” blogunda yazan Dr. Akif Akalın’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
“HACAMAT, SÜLÜK, OZON 2014’E KADAR SUÇTU…“
Sağlık Bakanlığı tarafından yasallaştırılan GETAT uygulamaları (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) için şimdi de geçen yıl ilki düzenlenen GETAT Kongresi ve Fuarı’nın ikincisi Nisan ayında yapılacakmış. Üstelik Cumhurbaşkanlığı Himayesinde düzenlenecekmiş. Bir doktor olarak bu yasallaştırmayı ve uygulamaları nasıl yorumluyorsunuz?
Dr. Akif Akalın:
“Geleneksel ve tamamlayıcı tıp (GETAT) konusu, yalnızca tıbbi değil; hatta tıbbi olmaktan çok sosyal, ekonomik, hukuksal, siyasal, dinsel ve ticari yönleri olan bir konu. Biz elden geldiğince tıpla sınırlamaya çalışalım..
Öncelikle hacamat, sülük, ozon veya müzik tedavisi gibi “yasal” hale getirilen 15 uygulamanın, 2014 yılına kadar Türk Ceza Kanunu’nda “suç” olarak nitelendiğini ve uygulayanların hapis cezaları alabildiklerini söyleyelim. Tabip Odaları bu durumlarda hemen soruşturma açıyor ve savcılığa bildiriyorlardı. Bugün dahi bu uygulamaları bakanlığın “sertifikası” olmadan yapmak suç olmaya devam ediyor..
Sağlık Bakanlığı 2014’de “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği” yayınlayarak GETAT uygulamalarını “suç” olmaktan çıkarttı. 2015 yılında Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) yasası kabul edildi ve Türkiye Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Enstitüsü GETAT uygulamaları yapacaklara eğitim ve sertifika vermeye başladı..
Öncelikle meselenin “tarihsel ve toplumsal” bağlamını tarif ettik, çünkü bu yöntem gerçeğe ulaşmanın bilinen tek anahtarıdır. Tartışmalarda GETAT ortaya şöyle konuyor: Sanki binlerce yıldır insanlar “geleneksel” yöntemlerle sağlık sorunlarını çözüyorlarmış, fakat birileri 19. yüzyılda batı (modern veya bilimsel) tıbbını icat edince buna aldanıp, geleneksel uygulamaları unutmuş, şimdi bilimsel tıbbın sorunları çözmediğini görünce de geçmişi anımsayıp veya yeniden keşfedip geleneksel uygulamalara geri dönüyormuş algısı yaratılıyor.”
‘SAĞLIK, EKİM DEVRİMİ’NE KADAR PARASINI ÖDEYEBİLENİN ERİŞTİĞİ BİR HİZMETTİ’
Gerçekten böyle mi oldu? Gerçekten bilimsel tıbbın ortaya çıktığı 1900’lerin başlarına kadar insanlar hacamat, sülük tedavisi yaptırıp veya uşşak makamında müzik dinleyip iyileşiyorlar mıydı? Gerçekten 20. yüzyıla kadar homeopati veya hipnoz hastaları iyileştiriyordu da insanlar durduk yere mi aşıları, antibiyotikleri, anesteziyi ve cerrahi yöntemleri icat ettiler?
Dr. Akif Akalın:
“Özellikle tarihi 5 bin yılı aşan akupunktur söz konusu olduğunda, gerçekten bu iddialar çok “komik” duruyor. Bakın, biz sağlık hizmetlerinin “özelleştirilmesi” sürecinde de aynı oyunu izledik. O zaman da, sanki dünya kurulduğundan beri sağlık hizmetleri hep devlet tarafından veriliyormuş algısı yaratılmıştı. Oysa gerçek bunun tam tersiydi. Dünya kurulduğundan beri binlerce yıldır sağlık hizmeti bedelini ödeyebilenin erişebildiği “özel” hizmetti. Yirminci yüzyıla kadar dünya üzerinde “sağlık bakanlığı” veya “devlet hastanesi” diye bir şey duyan var mı? Sağlık hizmeti Ekim Devrimi sonrasında önce Rusya’da, sonra Avrupa’da “devlet” hizmeti oldu.
Tekrarlıyorum, insanlar en azından beş bin yıldır sağlığın özel olmasından çok memnundu da 20. yüzyılda durduk yere mi devlet hastaneleri açmaya başladılar veya toplumlar tedavi giderlerini ceplerinden karşılayabilecekleri özel hastaneler talep etmesine rağmen zorla mı bedava devlet hastaneleri açıldı? Sonunda devlet işletmesi “verimsiz” dediler ve sağlığı piyasalaştırdılar.
Hastalıkların önlenmesinde, tanı ve tedavisinde hiçbir faydalarının olmadığı yüzyıllardır defalarca kanıtlanmış uygulamaların, 21. yüzyılda önümüze GETAT adı altında konmasının başka nedenleri olmalı. Açıkçası konuyu tıpla sınırlandıralım dedik, fakat konunun ekonomik ve siyasal boyutlarını görmeden mesele anlaşılamaz.
‘GETAT İÇİNDEKİ BİRÇOK UYGULAMANIN ‘GELENEKSEL’ HİÇBİR YANI YOK’
Bununla ilişkili olarak Kongre’nin web sayfasına baktığımızda, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) “2014-2023 Geleneksel Tıp Stratejileri” ile ülkeleri GETAT konusunda teşvik ettiğinin ifade edildiğini görüyoruz. Gerçekten de Türkiye’de bu konudaki gelişmeler, DSÖ stratejisiyle paralellik içinde mi? DSÖ geçtiğimiz yıllarda nasıl sağlıkta özelleştirmeyi teşvik ettiyse şimdi de dünyada GETAT’ı teşvik mi ediyor?
Dr. Akif Akalın:
“GETAT Kongrelerinin “fuarla” bütünleştirilmesi de tıbbi – sanayi kompleksin dikkatini bu “yeni pazara” çekmeye çalışmak olduğunu söyleyebiliriz. Aslında “bitkisel” ilaç ve homeopatik ilaç pazarının şimdiden önemli bir büyüklüğe eriştiği söyleniyor..
Aslında DSÖ’nün tıpta “geleneksel” uygulamalara tolerans gösteren yaklaşımı yeni değil. Bunun birçok nedeni var. Birincisi dünyada bugün bile modern tıp eğitimi almış sağlıkçıların yok denecek kadar az olduğu ülkeler var. DSÖ bu tür ülkelerde geleneksel iyileştiricilerden yararlanmayı “pratik” bir zorunluluk olarak görüyor. İkincisi yine dünyanın geri bıraktırılmış coğrafyalarında iyileştiricilik, inanç sisteminin ve kültürün bir parçası. Bu ülkelerde yerel inanışlara ve kültüre saygı göstermeden insanlara erişme şansı yok. Nitekim Kübalı sağlıkçılar böyle ülkelere yardıma gittiklerinde, bu ülkelerdeki geleneksel yöntemleri reddetmiyorlar, bilimsel tıpla bütünleştirmeye çalışıyorlar..
Ancak GETAT’ın bu çerçevede değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü GETAT içindeki birçok uygulamanın “geleneksel” hiçbir yanı yok. Örneğin Homeopati, 1800’lü yıllarda bir Alman hekim tarafından uygulanmış bir yöntem fakat ne Alman halkının kültürünün ne de inancının bir parçası. GETAT uygulamaları içinde yalnızca tıbbi bitkiler “geleneksel” yöntem olarak kabul edilebilir..
Bugün Küba’da bilimsel tıp, yerli halkın geleneksel yöntemlerini asla küçümsemiyor. Aksine bu yöntemlerin etkililiği ve güvenliği bilimsel yöntemlerle araştırılıyor ve testleri geçenler “ilaç” haline getirilip, ruhsatlandırılıp halkın kullanımına sunuluyor. Küba eczanelerindeki ilaçlar içinde bu yöntemle geliştirilmiş ilaçların sayısı hiç de az değil. Hatta bunların bir kısmı ihraç ediliyor. Fakat kimse bunlara “geleneksel” demeye devam etmiyor artık.
Bugün DSÖ’nün sağlıkta özelleştirme ve piyasalaştırma politikalarının bir uzantısı olan GETAT’ı teşviki, tıpta gericiliğe hizmetten başka hiçbir anlam taşımıyor.”
‘GELENEKSEL DİYEREK MUHAFAZAKARLARA, TAMAMLAYICI DİYEREK LİBERALLERE HİTAP EDİYORLAR’
Uygulamaların “önleyici tıp” olduğunu iddia eden bu alan nedir? Bilimsel midir, önleyici midir? Klasik tıp ve geleneksel tıp ayrımı doğru mudur?
Dr. Akif Akalın:
“Kongre’nin konuları, diyabet, hipertansiyon, obezite, kalp hastalıkları ve kanser gibi günümüzün en önemli ve yaygın sağlık sorunları. Fakat bu sorunların bir ortak yönü daha var: Bunlar bilimin henüz çözüm bulamadığı, yani hastaların iyileştirilemediği, ancak ilaçlar ve tıbbi teknolojiyle gündelik yaşamlarına devam edebilmelerinin sağlandığı sorunlar. Aynı zamanda üzerine muazzam bir ekonominin inşa edildiği sorunlar. Örneğin GETAT bilimsel tıbbın tedavi edebildiği veya salgın hastalıklar gibi sorunlarla ilgilenmiyor.
Öte yandan GETAT bilimsel tıbba “alternatif” olarak değil, daha çok “tamamlayıcı” olarak öneriliyor. Bunu, üzerinden çok para kazanılabilen sorunlara eğilmekle birleştirince, aslında GETAT’ın kendisine, dünyada kârlılıkta silah endüstrisinden sonra ikinci sıraya yerleşen sağlık pazarında “yer bulma” çabası içinde olduğunu anlayabiliyoruz.
Burada “sözcükler” çok önemli. GETAT, “geleneksel” sözcüğüyle daha çok “muhafazakarlara” hitap ederken, “tamamlayıcı” sözcüğüyle liberal solcular da dahil, liberal kesimlere hitap ediyor.
Muhafazakarları hacamatın “sünnet” olduğunu, İslam peygamberinin uyguladığını ve hadislerde yeri olduğunu söyleyerek kolayca ikna edebilirsiniz. Oysa liberaller bu yaklaşımdan çok etkilenmeyecektir. Bu nedenle liberal kesimlerde sermaye medyası tarafından pompalanan bilimsel tıbbın insana bütüncül yaklaşmadığı inancını sömürerek, siz yine bilimsel tıbba da gidin, ama onun bu eksiğini “tamamlamak” için de bize gelin diyorlar.
Diğer taraftan dünyadaki “muhafazakarlaşma” eğiliminin GETAT’ın palazlanmasında önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Muhafazakarlaşma ile GETAT arasındaki ilişki, birbirini karşılıklı olarak besleyen bir ilişki. Bir yandan toplumdaki muhafazakarlaşma GETAT için “zemin” oluştururken, diğer yandan GETAT, sağlığın muhafazakarlaşmasına ve toplumun sorunlarının çözümünü bilim dışı seçeneklerde aramasına yardımcı oluyor.
GETAT’ın, dünyada “modern/bilimsel” tıbba dört bir yandan en ciddi eleştirilerin yağdığı, 1970’lerde değil, 1990’larda hortlaması tesadüf olamaz. GETAT, ancak toplumların muhafazakarlaştığı, Merkelleri, Putinleri, Trumpları veya AKP’yi “seçtiği” bir dünyaya “yeniden” doğabilirdi.”
Peki, geleneklerden hiç mi bir şey öğrenmeyiz? Geçmişin birikimi, deneyimi sözlü olarak aktarılamaz mı? Bu uygulamaların işe yarama ihtimali yok mudur?
Dr. Akif Akalın:
“Gelenekselden ne anlaşıldığı konusunda da tam bir kavram kargaşası olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten “geleneksel” terimini kaç kişi kullanıyorsa, neredeyse o kadar farklı anlamda kullanılıyor.
Herhangi birine geleneksel tıp nedir diye sorsanız muhtemelen birtakım otlardan bahseder. Ben çarşıdaki on kişiden dokuzunun GETAT içindeki ozon, proloterapi, refleksoloji, mezoterapi, fitoterapi, homeopati, hipnoz, maggot, osteopati ve apiterapi uygulamalarının anlamını bilemeyeceğine eminim ve bir kısmının anlamını ben de bilmiyorum. Belki insanlar bunlardan birkaçının adını bir yerlerden duymuş olabilir, belki hacamat ve sülük uygulamasını geleneksel tıp olarak görebilir, o kadar.
Toplumun büyük kesimi için geleneksel tıp, annesinin kaynattığı nane–limon veya babasının arada bir çiğnediği sarımsaktır. Fakat biz GETAT’çıların bunlardan bahsetmediğini biliyoruz.
Diğer yandan Kongre’ye yurtdışından katılacak misafirler, Anadolu’da hala kullanılan bazı “geleneksel tıp” yöntemlerini ülkelerine götürmek isteyebilirler. Örneğin kanayan yaranın üzerinin tütün veya çamurla kapatılması ya da Kozluk köylerinde yeni doğan bebeğin, hastalıklara karşı dirençli olsun diye, Ocak soğuğunda buz gibi akan Garzan çayına sokulması (buna “çivileme” derler). Yine Anadolu’nun “geleneklerini koruyan” bazı köylerinde, bugün dahi ishal olan bebeklere, geleneklere uyularak, ishali dursun diye su verilmiyor, emzirilmiyor.
Eğer GETAT Kongresini düzenleyen tıp profesörleri, bu yöntemlerin “geleneksel tıp” kapsamında korunması, uygulanması ve topluma hatta dünyaya yaygınlaştırılması gerektiğini savunuyorlarsa, örneğin Kongre’de karşımıza “Cerrahi dikiş yerine, kesiğe tütün bastırılmasının, yara iyileşmesini hızlandırması” başlıklı bir bildiriyle çıkarlarsa, zaten konuşacak bir şey kalmıyor.”
Buraya kadar bilim, bilimsel tıp terimlerini çok kullandık. Biraz da bu terimlerle neyi kastettiğinizi, neden GETAT’ı bilim dışı bulduğunuzu açıklar mısınız?
Dr. Akif Akalın:
“Tıp aslında bir “bilim” dalı değildir. Aksi halde zaten bilimsel fizik, bilimsel kimya, bilimsel hukuk veya mühendislik demediğimiz gibi, bilimsel tıp demek ihtiyacı duymazdık.
İnsanlar tarih boyunca sağlık sorunlarını çözmek için çeşitli yöntemler geliştirdiler ve bu yöntemler yine tarihin belli bir aşamasında ilkel düzeyde de olsa örgütlenip, “tıp” haline gelmeye başladı. Bu andan itibaren bilim ve inanç sistemleri tıbbı kendi zeminlerine çekmek için rekabete girdiler. Bu rekabeti en açık biçimiyle Hipokrat döneminde görüyoruz. Bir tarafta hastalıkları “doğa-üstü” güçlere bağlayan tapınaklar, diğer tarafta hastalıkların nedenlerini doğal süreçlerde arayan bilimsel yaklaşım…
Hipokrat’ın tapınaklara karşı mücadeleyi kazanıp, tıbbı bilimselleştirebilmesinde, o dönemde Yunanistan’da dünyanın diğer coğrafyalarından farklı olarak “göreli” bir demokrasinin varlığı çok önemliydi. Nitekim Yunanistan’da demokrasi yıkılır yıkılmaz, tıp yeniden inanç sistemlerinin etkisine girmeye ve bilimden uzaklaşmaya başladı.
Tıp orta çağ boyunca inanç sistemlerinin bir parçası oldu ve bugün GETAT olarak önümüzde konan uygulamaların bazıları dönemde geliştirildi. Kapitalist üretim tarzının feodal düzeni çatırdatmaya başlamasıyla, batı toplumlarında tıbbın kiliselerden çıkıp yeniden bilimselleşmeye başlaması arasında çok açık bir paralellik vardır. Paracelcus buradan aldığı cesaretle Basel’de, Hipokratik tıbbı seküler özünden arındırarak İncil’e uygun hale getiren Galen’in ve İbn’i Sina’nın kitaplarını yakabildi.
Bundan sonraki süreçlerde tıbbın genellikle bilimsel yöntemi benimsediğini söyleyebiliriz; fakat kapitalist toplumda sermaye, tıbbı kendi sınıfsal gereksinimleri doğrultusunda örgütlemek istedi. Fransız Devrimi’nden sonra tıbbın ve sağlığın “toplumun” gereksinimlerine göre örgütlenmesi gerektiğini savunanlar ile sağlığı metalaştırmak yani piyasada alınır – satılır bir hizmet, yatırım yapılıp kâr sağlanabilecek bir sektör haline getirmek isteyenler arasında, bugün de devam eden bir mücadele başladı.
Bu süreçte inanç tıbbı dünyanın her yerinde, başta kırsal alanlar olmak üzere bilimsel tıbbın erişemediği yerlere sığındı ya da yine dünyanın her yerinde tarikat türü yapılanmalar içinde sürdürüldü. Ancak özellikle ABD’de ve batı Avrupa ile Japonya’da tıbbi – sanayi kompleksin, yani zincir hastane/eczane grupları, sigorta ve ilaç şirketleri ile tıbbi cihaz üreticilerinin tıp üzerine egemenlik kurmasıyla, 1970’li yıllarda toplum içinde bu gelişmelere az önce belirttiğimiz itirazlar yükselmeye başladı. Ivan Illich gibi isimler bu gelişmelerin ardındaki dinamikleri göremediler ve insanların bilimsel tıbba olan güvenlerini sarsmaya başladılar.”
Tarihsel arka planı anlatırken toplumsal formasyonla ilişki kurdunuz. Eğer kapitalist tıp, sosyalist tıp varsa aralarındaki fark nedir?
“Bugün insanların bilimsel tıbba yönelttiği eleştirilere baktığımızda bu durumu açıkça görebiliriz. Batıda tıbbın “tedavi” odaklı olduğunu, “önleyiciliğe” önem vermediğini söylüyorlar, haklılar. Batı tıbbının insana çok mekanik yaklaştığını ve insanın bir ruhu da olduğunu görmediğini söylüyorlar, kesinlikle haklılar. Batı tıbbını ilaçlar ve ameliyatlardan ibaret görüyorlar, yine haklılar. Batı tıbbının hastalıkları iyileştirmekten çok, hastalıkların belirtilerini tedavi ettiğini söyleyenler de haklı. Fakat insanların “batı tıbbı” dedikleri şey, aslında kapitalizmin tıbbı ve sağlığı kendi gereksinimlerine göre örgütlemesidir.
Bunu en somut haliyle Küba’da görüyoruz. Küba’da da “batı” tıbbı uygulanıyor, fakat kimse bu konulardan yakınmıyor. Şöyle söyleyeyim; bugün dünyanın herhangi bir yerinde tıp fakültesinde ne okunuyorsa, Küba’da aynı kitaplar okunuyor; bugün herhangi bir hastalık dünyanın herhangi bir hastanesinde hangi ilaç ve yöntemlerle tedavi ediliyorsa, Küba’da da onlar kullanılıyor. Sizi Küba’daki herhangi bir hastanenin ameliyathanesine götürseler, ameliyathanede batı tıbbının kullandıklarından başka cihaz göremezsiniz. Yani mesele bilimsel tıp değil, kapitalizm.
Bütün bu gelişmelerin, dünyada sosyalizmin gerilediği ve kapitalizmin “alternatifsiz” ilan edildiği, sol içinden dahi birçok insanın liberal ideolojiyi benimsediği, “sosyal pazar ekonomisinin” sosyal ile pazarın bir araya gelmesi mümkünmüş gibi savunulduğu bir dönemde yaşanması nedeniyle, durumu kimseye anlatamadık ve GETAT saklandığı kuytuluklardan çıkabilmek için fırsat buldu.”
Tek soru kaldı gibi… Ne yapmalıyız?
Bugün dünyanın hızla çok tehlikeli bir yere yuvarlanmakta olduğunu aklı başında olan herkes görüyor. Rosa Luxemburg’un “ya sosyalizm, ya barbarlık” deyişi, Hitler Almanya’sında dahi bugünkü kadar “gerçek” olmamıştı. Nitekim birçok burjuva aydının dahi günümüzü “kapitalist orta çağ” olarak tanımladığını veya günümüzdeki gelişmeleri orta çağla kıyasladıklarını görüyoruz.
Eğer sosyalizmi kuramazsak, örneğin tıpta bizi nasıl bir barbarlığın beklediğini bir örnekle açıklayalım: Hacamat olarak bilinen yöntem, bu yöntemi uygulayanlar tarafından İslam peygamberine dayandırılıyor, “sünnet” olduğu ve hadislerde yer aldığı ifade ediliyor. Bunu cahil insanları kandırmaya yönelik bir girişim olarak görebilirsiniz. Ancak yarın “kutsallık” atfedilen bu uygulamayı eleştirecek bir bilim insanı, “halkın dini değerlerini aşağılama suçuyla” hâkim karşısına çıkartılabilir. İşte bizi sosyalizmi kuramazsak, tam olarak bu yani “engizisyon” bekliyor.
İLGİLİ HABER
sOL / Mehmet Kuzulugil