SIYASET

‘Tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüm’

”Hasta “ölüyorum diyor, doktor ‘rakamlara bak, testlerin hepsi iyi gösteriyor’ diyor. Türkiye’deki ekonomi yönetimi tam da bunu yapıyor.”

‘Hatalardan ders almayı bilen biriyim’

Kişilere bağlı partiler kişilerle gider’

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu:

”AKP ile MHP ittifakı ‘katolik nikahı’na dönüştü.. AKP’nin bozulmasında 4K’nın keşfedilmesi çok önemli.

  • Birincisi; KHK’lar.
  • İkincisi; Kayyum.
  • Üçüncüsü; Kamu bankaları,
  • Dördüncüsü: Kamu maliyesi”

Yıl 2013- Çözüm süreci nasıl sona erdi?

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu:

”Değerlere saygılı özgürlükçü bir partiyiz. Yani özellikle özgürlükçü bir parti olduğumuzu vurguladık. Ve değerlere saygılı olduğumuzu buna bir sıfat olarak ekledik. Özgürlükçü bir muhafazakar partiyiz demedik. Özgürlüklere saygılı bir muhafazakar parti demedik. Özgürlükçü bir partiyiz..

İttifakların kalıcı olduğu kanaatinde değilim. Her partiyle görüşürüz. İttifaklar seçim yaklaşınca işlevsel olur.”

Davutoğlu röportajı:

Elif Çakır: 

”Adalet, özgürlük alanlarında sıkışmışlıklar, sorunlar var. Ak Parti’yle hesaplaşmak için mi kuruldu bu parti, Türkiye’de merkez sağ siyaset tıkandı bunun yolunu açmak için mi?”

Ahmet Davutoğlu:

”Türkiye’de her ideolojik kesim kendi limitlerini gördü. İktidarı tanıdı ve gördü. İslami kesim geldi teorik olarak söylediği şeyleri sınadı. Ve limitlerini gördü. Ben gördüm limitleri. İnsanları böyle iyi yetiştirelim, olmuyor. Sol kesim gördü limitlerini. Kürtler gördü limitlerini. Samimi bir milliyetçi salt Kürt karşıtlığıyla Türkiye’nin birliğinin sağlanamayacağını gördü. Kendisine aşırı güvenen ve diğer kesimlere mütekebbir bir şekilde tepeden bakan ve bir tek kendi doğrusunu dikte etmeye çalışan insanların Türkiye’ye yapabileceği  hiçbir katkı yok artık. Dolayısıyla biz öyle bir siyasi hareket inşa edelim ki limitlerini, sınırlarını görebilecek erdeme sahip insanlardan bir topluluk oluşturalım.”

Elif Çakır: 

”Parti kurulalı bir ay oldu. Çok farklı açıklamalar yapılıyor. Örneğin bir genel başkan yardımcınız “gerekirse devri sabık yaratırız” diyor. Kürt sorunuyla ilgili parti yöneticilerinden farklı sesler çıkıyor. Sanki net bir iskelet oluşmamış gibi görünüyor”

Ahmet Davutoğlu:

”Çok net bir tanım konsaydı bu sefer de Davutoğlu’nun ideolojisi belli denirdi. Devri sabık tabirini benimsemediğimi ilgili arkadaşımıza da söyledim. Doğru bir tabir değil. Kastetmek istediğinizin bu olmadığını da biliyorum. Biz rövanşist bir parti değiliz, intikam peşinde olan bir parti değiliz. Orada kastedilen şey şu. Hukuk dışı şeylere bu dönemde yeltenenler bunun hesabının sorulacağını bilsinler. Neden bunu söylemek ihtiyacı hissediliyor? Bize kurucu olan arkadaşlar işadamıysa maliye müfettişleri gidiyorsa, başka görevlerdeyse birtakım tehditler alıyorlarsa hatta bazı illerde bürokratlar birtakım işlemlerde bulunuyorsa..

Erdoğan bana başbakanlığı devrederken yani kongrede ‘iki emanetim var’ dedi. Emanetlerinden birisi FETÖ ile mücadeleydi. İkincisi çözüm süreciydi. ‘Ne olursa olsun çözüm sürecini terk etmeyin’ dedi. Ve ’emanetçi başbakan’ istemiyorum dedi. Şimdi bu parametreler açısından bakıldığında 1 Ekim’de başbakanlığı devralmışsınız çözüm sürecini devam ettireceksiniz. FETÖ ile mücadele zaten devam edecek. Ve düzeni de koruyacaksınız..

1 Ekim’de Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim. Bu ilk defa olan bir şeydi. Ve aynı gün Tayyip bey döneminde çözüm sürecini yasalaştıran paketi Meclis’te kabul ettik. Çözüm sürecinin bir legal zemini vardı ve yürüyordu. Bu Cumhurbaşkanı’ndan bana intikal eden bir şeydi, yeni bir durum değildi. 1 ekimde görüşme yaptık. Çözüm sürecinin gereği olarak PKK’nın silahları bırakması ve sizin de terörle aranıza  bir mesafe koymanız gerekir diye olumlu  bir görüşmeydi. Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim diye eleştirildim. Legal bir partiyi Başbakanlık’ta kabul ederim dedim. Bu kadar da açık şekilde iyi niyetimi gösterdim. Bunu konuştuktan ve çözüm süreci yasalaştıktan sonra 6 ekimde Suriye’deki olaylar bahane edilerek Türkiye’nin şehirleri kana, ateşe boğuldu, insanlar hayatını kaybetti. O telefon görüşmesi o zaman yapıldı. Sayın Demirtaş’a telefonda bu konuda insanları tahrik eden konuşmalardan kaçının dedim. Öyle bir zaaf ortaya çıktı ki sanki Türkiye’nin belli bir bölgesinde kamu otoritesi devletin elinde değilmiş gibi gösterildi. Bunun sorumlusu ben miyim tabii ki hükümet üyesi olarak başkasının üstüne atmam. Ama çözüm sürecinin kamu düzeni aleyhine bozulduğu bir dönemi devralmıştık. Onun üstüne ilgili kamu güvenlik birimlerini topladık, söyledim de çözüm sürecine şans vereceğiz. Sonuna kadar şans vereceğiz.”

Ahmet Taşgetiren:

”Ne dedi sizin uyarınız karşısında Demirtaş?”

Ahmet Davutoğlu:

”Efendim şimdi operasyonu durdurun. Öyle bir talep olur mu? Orada Batman alevler içerinde, kameralardan ben görüyorum. Ve kurban bayramında yapılıyor bu. Şimdi onların bu eylemleri yapma hakkı var, şehirleri kana ateşe boğma hakkı var, devletin kamu düzenini korumak için tedbir almak için hakkı yok öyle mi? Bu gelişmelerden sonra bütün güvenlik birimleri ve çözüm sürecini yürüten arkadaşlarla oturduk dedim ki ‘2015 Martına kadar çözüm sürecine sahip çıkacağız. Ne yapılması gerekiyorsa yapacağız ama mart ayında silahları bırakmaları şartıyla. Artık bu silahsızlanma yani ta 2013’de verilen bir sözdü eğer çözüm süreci başarıya ulaşmaz ve bu terör eylemlerine benzer 6-8 Ekim olaylarına benzer olaylar yaşanır ve vatanımızın bir köşesinde şehirler ateşe kana bulanırsa bir daha böyle bir kamu düzeni zaafı görmek istemiyorum. Gerekeni yapacaksınız ve hazır olacaksınız’. Bu talimatı verdim.”

Ahmet Taşgetiren:

”Dolmabahçe’de bir mutabakat zemini oluşmuştu halbuki…”

Ahmet Davutoğlu:

”Orada silahların bırakılacağına dair bir taahhüt var. Çünkü 2013’de Cumhurbaşkanı, Başbakan olarak süreci başlattığında martta biliyorsunuz Öcalan’ın bir mektubu okunmuştu Diyarbakır’da. Ve haziran ayında silahları bırakacaklardı. Türkiye’yi terk edeceklerdi. Bunu yapmadılar. Bunun yapılmasını engelleyen 2013’tür. O anlamda kritik bir yıldır. DEAŞ’in ortaya çıkışı, Mısır darbesi, Türkiye’de gezi olayları, arkasından da 17-25 Aralık olaylarıyla bölgenin ve Türkiye’nin bütün denklemi değişti. 7 Haziran’da seçime giderken seçimin demokratik şartlarda yapılabilmesi için çok mücadele verdik. Gittiğim bütün şehirlerde ortaya çıkan kamu zaaflarını da gördüm ve gerekli talimatları verdim..

Haziran sonrasında ise açık söyleyeyim HDP kanadında tam bir küstahlık hâkim oldu. Nasıl olsa AKP’nin Meclis’te çoğunluğu yok. Kırılgan bir yapıdalar diye. Arka arkaya gelenlere bakın. 11 Temmuz’da PKK açıklaması var, çatışmasızlık dönemi bitmiştir diye. 13 Temmuz’da halkı direnişe çağıran açıklamaları var. Ve HDP bunlara karşı birşey söylemiyor, bu terör çağrılarıyla arasına mesafe koymuyor. Yine de 15 Temmuz’da ben HDP’yi ziyaret ettim. CHP ve MHP’yi ziyaret ettiğim gibi. Ve orada da kendilerine söyledim, ‘bakın bu gidiş gidiş değil’ diye… ‘Eğer bu hükümetin çoğunluğu yok dolayısıyla biz istediğimizi yaparız diye düşünüyorsanız, 6-8 Ekim olayları gibi şeyler yaşatmayı düşünüyorsanız bakın ben bir dakika bile bu ülkede başbakanlık yaparsam onun hakkını veririm ve bir daha bu ülkede kamu düzeninin bozulmasına izin vermem’ dedim kendilerine..

Baktım ki HDP’de  istediğimizi yaparız havası var. 15 Temmuz’da bunu konuştuk. 20 Temmuz’da Suruç saldırısı oldu, 21 Temmuz’da Adıyaman’da bir askerimiz şehit edildi PKK tarafından. 22 Temmuz’da DEAŞ bir askerimizi şehit etti sınırda. 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisimizin şehit edilmesi sonrasında o tarihte terörle mücadele talimatı verdik. Ve o mücadeleye katılan herkes bilir ki talimatım açıktı: Demokratik hukuk devleti içinde mücadele verilecek ve hiçbir sivile zarar verilemeyecek dedim.”

Yıldıray Oğur:

”Bir de o dönemde yıkılan Sur ile ilgili “Sur Toledo olacak” açıklamanız kulaklarda kaldı.”

Ahmet Davutoğlu:

”Burada kültür cehaleti ve istismar var. Toledo dünyanın en iyi korunan tarihi şehirlerinden biridir. Onlar Toledo deyince Franco’yu hatırlıyorlar çünkü zihinleri öyle çalışıyor, ben Toledo deyince hayran olduğum tarihin en iyi korunmuş şehrini hatırlıyorum.”

Yıldıray Oğur:

”Gelecek Partisi Kürtlere ne vaat ediyor?”

Ahmet Davutoğlu:

”Kürtlere ne vaat ediyor diye başladığınızda baştan Kürtlerin ayrı bir kategori olduğunu söylüyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti  vatandaşlarının hepsine aynı şeyi vaat ediyoruz. Onurlu bir hayat, özgürlüklerin ve kamu düzeninin sağlandığı bir hayat, hukuk düzeni. Ve gelecekten herkesin emin olacağı bir ekonomik refah düzeyi.”

Ahmet Taşgetiren:

”Gelecek Partisi hangi ittifakta yer alacak?”

Ahmet Davutoğlu:

”Ben siyasi değerlerin konjonktüre bağlı olarak tanımlanmasını doğru bulmam. Üç yıl önce Cumhur İttifakı yoktu. Üç yıl sonra olacak mı o da belli değil. İttifakların kalıcı olduğu kanaatinde değilim. Her partiyle görüşürüz. İttifaklar seçim yaklaşınca işlevsel olur. O işlevsellik içinde de kim nerde yer alacak bundan o kadar emin olmayın. HDP meselesine gelirsek, halkın oyunu  almış  herkesle görüşürüm. Şunu da söyleyeyim, genel merkez biraz yerleştikten sonra bütün partilerden randevu taleplerim olacak. AK Parti’den başlayarak, herkesle konuşacağız. İttifak meselesi dediğim gibi şartların ortaya çıkardığı bir şeydir. İttifak cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile ortaya çıktı. Zaten biz bu sistemi kaldırmak istiyoruz. Kaldırana kadar parlamenter düzen konusunda biriyle ittifak edersiniz ama Türkiye’de kamu düzeni ile özgürlüklerin aynı anda yaşanması konusunda da başka bir partiyle aynı  noktada buluşabilirsiniz. Katolik nikahı gibi ittifak olmak zorunda değil. AK Parti’nin doğasını bozan da MHP ile ittifakın Katolik nikahı ittifakına dönmesi.”

Elif Çakır:

”Somut olarak, son dönemin en önemli meselesi KHK’lılar. Bu mağduriyetler nasıl aşılacak?”

Ahmet Davutoğlu:

”AKP’nin bozulmasında 4K’nın keşfedilmesi çok önemli. 3 Y (Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasaklar) ile mücadele terk edildi ve 4 K keşfedildi. Birincisi; KHK’lar. Kanun Hükmünde Kararnameler. İkincisi; Kayyum. Üçüncüsü; Kamu bankaları ve dördüncüsü: Kamu maliyesi. Bu 4K’nın işlevsel kabiliyeti anlaşılınca Türkiye’de meşruiyet çizgisinin dışına çıkan alanlar ortaya çıktı..

Önümüzdeki dönemde başka ekonomi programları da açıklayacağız. Ama en teknokratı getirseniz hukuk ve bürokrasideki zaaflar düzelmedikçe ekonomide de düzelme sağlanamaz. Ehil insanların bu yönetimi yürütebilmesi lazım. Bir doktor düşünün hastanın testlerindeki rakamları düzelterek hastaya “sağlıklısın” diyor. Hasta “ölüyorum” diyor, doktor “rakamlara bak, testlerin hepsi iyi gösteriyor” diyor. Türkiye’deki ekonomi yönetimi tam da bunu yapıyor.”

Yıldıray Oğur:

”Bunu eski bir başbakan olarak sizin söylemeniz önemli. Hangi rakamlarla oynuyorlar, somut bir bilginiz var mı?”

Ahmet Davutoğlu:

”Bizim dönemimizde de enflasyon sepetinde değişiklik yapmak istediler. “Olmaz” dedim. Enflasyon sepetini değiştirdiğiniz zaman denklem değişebilir. Şimdikiler bir rakamlarla oynuyorlar, yetmiyor tek seferlik vuruşlarla vergi çıkararak para toplamaya çalışıyorlar. Bu da bütçe sistematiğini yok ediyor. Yukarıdan bütün ekonomiyi gören bir göz olduğu kanaatinde değilim.”

Elif Çakır:

”Peki şunu diyebiliyor musunuz; Dış politikada güzel şeyler yaptık ama Suriye politikalarında yanlışlar da yaptık, evet hatamız oldu”

Ahmet Davutoğlu: 

”Tabii. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye’nin Suriye politikası ilkesel, ahlaki ve reelpolitik olarak doğru bir politikaydı. Ancak yapabileceğiniz şeyler, yapamayacağınız şeyler var..

Hiçbir zaman bir ülke küresel güç bile olsa ABD bile istediği her şeyi gerçekleştiremez..

Biz de Suriye’de istediğimiz her şeyi gerçekleştiremedik. Noktasal olarak hesap hataları da yapmış olabiliriz. Elimizdeki imkanlarla, samimi bir niyetle ülkemiz ve bölgemiz için doğru olduğuna inandığımız şeyleri yapmaya çalıştık. Bu çabalarımızın bir kısmında, öngörülerimizde yanılmış da olabiliriz..

Ancak, benimle alakalı olmayan veya benimle sınırlı olmayan pek çok başlık da bana mal edilmeye çalışılıyor..

Emevi Camisinde namaz gibi benim sarf etmediğim sözler bana atfediliyor..

Dış politikanın MGK’da, Bakanlar Kurulunda, siyasi hiyerarşi ve karar alma süreçlerinde alınan kararlarla yürütüldüğü unutuluyor..

Hayatımın hiçbir döneminde üstlendiğim bir görevle ilgili sorumluluktan kaçmadım, ancak bilinçli ve kasıtlı bir çabayla, belli bir strateji neticesinde karar alma süreçlerindeki geniş halka göz ardı edilip dış politikadaki aksaklıkların sorumluluğu bana yükleniyor. Bu doğru olmadığı gibi, hakkaniyetli de değil..

Bir kere siyasetin hangi alanında olursa olsun, hiç hata yapmadınız mı gibi bir soruya bir insanın “hiç hata yapmadım” demesi için ya insan doğasını, psikolojiyi bilmemesi lazım ya da tarihi. Tarih ve psikoloji bilen herkes hatasını da doğru yaptığı işleri de bilir. Siyaset demin söyledim meleklerin yaptığı bir iş değil. Ama olmaması gereken şey ilkeleriniz ile realite arasında gerilimler gördüğünüzde kendi sahiciliğinizden kopmamanız. Yani ilkelerinizi terk ederek Makyavelist bir politikaya yönelmemeniz, ilkelere sadık kalacağım derken de realiteden kopmamanız gerek. Birisi makyevelist, diğeri hayalci bir tutumdur..

Son dönemde dış politika konusunda hicapla izlediğim husus şu ki; beraber politika yaptığımız, devlet kararlarını beraber aldığımız insanlar, cumhurbaşkanı, başbakanlar, bakanlar kazanımlar olduğunda haneye kendilerini yazıyorlar, çıkan problemleri de 3,5 sendedir hiçbir devlet görevi yürütmeyen bir başkasına , devri sabık yaparak yüklemeye çalışıyorlar. Eğer bu politikalar yanlışsa üç senedir değiştirseydiniz. Ben şimdi yürüyen dış politikayı eleştirebilirim çünkü 3,5 yıldır ben burada yokum. Hemen söyleyeyim; çok yanlış bir dış politika yürütülüyor..

Ben başdanışmanken ortada bir Dışişleri Bakanı var, Başbakan var, Cumhurbaşkanı var ama sorumlu benim. Ben Dışişleri Bakanı oluyorum, bu sefer Başbakan var, Cumhurbaşkanı var, yine sorumlu benim. Ben Başbakan oluyorum, bu sefer Dışişleri Bakanı var, onun sorumluluğu değil, Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu değil yine ben sorumluyum.”

Ahmet Taşgetiren:

”Siz herkesi etkilemiş olabilir misiniz?”

Ahmet Davutoğlu: 

”O kadar kuvvetli miyim? O zaman benim vizyonumda dış politika nereye geldi ona bakalım. Suriye denkleminden bakmayalım bu dış politikaya sadece. O dış politikayla Türkiye AB sürecini en üst düzeye getirdi. Ben başbakanlıktan ayrıldığımda Türkiye ile AB arasında vize muafiyeti anlaşması imzalanmak üzereydi. O zaman onu da haneye yazın..

Dış politikada benim dönemimde de ABD ile gerilimler çıktı. Ama bugün olduğu gibi Trump’tan bir ABD başkanından bu kadar rezil bir mektup almadı Türkiye. Aksine gerektiğinde 1 Mart tezkeresindeki gibi parlamentonun saygın kararıyla ABD ile karşı tavır da aldı ama kriz yaşamadı. Mavi Marmara krizini yaşadık. Nükleer anlaşmayı yaşadık İran ile. Ama ABD ile öyle bir kriz yaşamadık. Eğer böyle bir mektup ben Dışişleri Bakanı iken bizim bir büyükelçimiz tarafından bana getirilseydi, ben önce o büyükelçiyi görevden alırdım. Nasıl bu mektubu kabul edersin diye. Sonra da aynen iade ederdim. Eğer Dışişleri Bakanı bana getirseydi onu görevden alırdım. Her şey geçer, o mektup Türkiye Cumhuriyeti’nin kayıtlarında kalır. Bütün dünya kayıtlarında kalır. O mektup iade edilirken Cumhurbaşkanı’nın kullandığı tabir Türkçe’den İngilizce’ye çevrildiğinde bu sefer uluslararası alanda utandım. “Takdim ettim mektubu” diyor. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kimseye böyle bir mektubu takdim etmez. Bu mektup ancak iade edilir. Çok kriz yaşadık ama hiçbiri bunu yapamadı. Benim eleştirildiğim dönemde Rusya ile olan politikalara bakarsanız. Vize muafiyeti anlaşmasını imzalayan benim. Stratejik işbirliği anlaşmasını imzalayan benim. Dış ticaret ilişkilerimiz en yüksek seviyeye çıktı. Konjonktürel olarak bir uçak düşürülme krizi yaşadık. O krizin tırmanmasının temel sorumlusu, o sabah bizim talimatlarımıza rağmen Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamadır. ‘Rus uçağını biz düşürdük’ açıklaması. Rusya ile gizli diplomasi yapma şansımız varken, o şansı yok eden o açıklamadır.

Yıldıray Oğur:

”Kemal Kılıçdaroğlu ‘Türk dış politikası Putin’e bağlı hale geldi’ dedi. Siz katılıyor musunuz bu görüşe?”

Ahmet Davutoğlu: 

”Ona da geleceğim. Çin ile ilişkiler bakın en kapsamlı ziyaretlerin yapıldığı ilişkilerin stratejik bir zemine aktarıldığı dönem. Sayın Tayyip Erdoğan Başbakan iken 2009’da yani ben yeni bakan olmuştum. Uygur bölgesindeki olaylara “soykırım” dedi. Ve o ilişkilerde bir türbülans yaşandı. Gerekirse doğruları söylediğiniz için sorun yaşarsınız sonra bu sorunu yönetirsiniz. O ilişkileri tekrar rayına oturtmak için biz Çin’e gidip Çin Dışişleri Bakanı ile ilişkileri tekrar bir çerçeveye oturttuk. Ama bugün yine utanç duyuyorum; Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine yapılan zulümler karşısında en sessiz kalan ülke Türkiye’dir. Hangi politika başarılı? Bu sessizliği dünyaya nizam verme iddiasındakilerin açıklaması gerekiyor.
Bölgesel politikalara gelelim. Türkiye, Sırbistan, Bosna-Hersek üçlüsü, Türkiye, Suriye, Irak, Lübnan dörtlüsü, Türkiye, Afganistan, Pakistan üçlüsü, Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan üçlüsü, İsrail-Suriye barış görüşmeleri, İran nükleer anlaşmaları o dönemde yapıldı. Afrika’daki 12 büyükelçilik sayısı, 39 büyükelçiliğe çıktı. Bir muhasebe yapılacaksa bütün bunlar yazılacak.”

Ahmet Taşgetiren:

”Türkiye artık dış politikada soft powerdan, yumuşak güçten daha çok hard powera, askeri güç kullanmaya yöneldi. Nasıl görüyorsunuz şimdi dışarıdan dış politikayı?”

Ahmet Davutoğlu: 

”Altı çizilecek hususlardan biridir bu. Suriye konusunda ve bizim diplomaside tırmandığımız, yükselişe geçtiğimiz, dönem soft powerı çok iyi kullandığımız dönemdir.
Şimdiki sorun ise şudur; Yeterince soft power olmadan hard power uygulamaya kalkışılıyor.”

Yıldıray Oğur: 

”Suriye rejiminin yıkılması için Türkiye’nin oraya giden herkese kapıları açtığı gibi bir eleştiri var?”

Ahmet Davutoğlu: 

”Türkiye’de hiçbir bir yetkili DAEŞ’e izin vermez. Bir zaaf varsa sorulacak tek kişi de ben değilim. Benden hem Genelkurmay Başkanı, hem Dışişleri Bakanı, hem Başbakan hem cumhurbaşkanı olmam bekleniyor..

Peki, zaafımız neydi hiç hazır olmadığımız vekalet savaşlarının içinde bulduk kendimizi. Hard power’ı etkin kullanamadık. Vekalet savaşlarının içinde kaldık. Bunun dışında kalabilir misiniz? Sınırınızı DEAŞ kontrol ediyorsa onu oradan çıkarmak için mücadele edeceksiniz. PKK kontrol ediyorsa çıkarmak için mücadele edeceksiniz. Dışında kalamıyorsunuz. Peki Suriye’de 1 milyona yakın insanı kimyasal silah kullanarak öldüren Esad rejimi sorumlu değil, milisleri sorumlu değil, rejime destek veren Rusya, İran sorumlu değil, buna sesiz kalan ABD, Batı, BM sorumlu değil. Türkiye’deki karar alma süreçlerindeki iki Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanları, Milli Güvenlik Kurulu üyeleri sorumlu değil, bir tek kişi sorumlu o da Davutoğlu. Ben ne kadar kudretliymişim de farkında değilmişim. Böyle bir şey olabilir mi? Burada kimse kolektif sorumluluktan kaçmasın.”

Yıldıray Oğur:

”Rusya ile dış politikada bağımlılık ilişkisine ne diyorsunuz?”

Ahmet Davutoğlu: 

”Türkiye AB ilişkilerini rayına oturtmak için küresel anlamda 3 kanatla uçması gereken bir ülkedir. Bunun iki kanadı da bölgesel. Birisi NATO-ABD, birisi AB, birisi de Rusya ve Çin olmak üzere Asya devletleri. AKP iktidara geldiğinde tek kanatla uçuyordu. ABD ve İsrail destekli kanatla. Avrupa ile demokrasi ile çelişki yaşıyordu. Rusya ile Çeçenistan ve Bosna Hersek üzerinden rekabet halindeydi. Bizim bu dengeleri kurmamızın zirve noktası 2010’dur 2011’dir. Bu dengeyi, üçünü bir arada götürebiliyorduk. Şu anda ise tekrar tek kanada düştük. ABD ile ilişkiler inişli çıkışlı, Avrupa ile kötü, tek kanatlı sadece Rusya ile uçmaya çalışıyoruz. Rusya ile ilişkiler kötü olmamalı aksine derinleşmeli ama bu 3 aktörden birisi ile ilişkiler derinleşirken diğerleri ihmal edilmemelidir. Türkiye’nin bu dengeyi süratle yeniden rayına oturtması lazım. Ve üç kanatla iyi ilişkiler geliştirmesi lazım. Benim dışişleri bakanlığım döneminde Türkiye Irak içindeki bütün Şiilerle, bütün partilerle, Kürtlerle yoğun ilişkiler içindeydi, her şeyi takip edebiliyorduk. Türkmenlerin haklarını koruyorduk. Şimdi Erbil’de Kürtlerle aramızda mesafeler var. Son 3-4 yıl içinde Irak fiilen İran etkisine terk edildi. O yüzden de Irak, İran ve ABD geriliminin alanı haline geldi. Türkiye’nin etkin olduğu 2010 yılında Irak’taki herhangi bir hükümet oluşumunun bütün aktörleri Türkiye’ye gelirdi. Seyit el Hakim en önemli Şii liderdir o yıllarda kaç kere gelmiş, şimdi bakın en son zaman gelmiş? Şimdi niye gelmiyor? Barzani Türkiye’ye son olarak etkili bir şekilde ne zaman gelmiş? Bütün liderler Türkiye’ye geliyorlardı. Türkiye’nin soft powerı iyi kullanması lazım ancak kullanamıyor. Dahası soft power diye kullanılan araçların çoğu bizim dönemden kalan ve şimdi etkinliğini kaybetmiş araçlar. Üzülüyorum mesela, Türkiye-Sırbistan-Bosna Hersek üçlüsü eskisi kadar etkin değil. Bölgesel etkinlikler bozuldu ve açıkça zikredeyim 90’lı yıllarda olduğu gibi Türkiye giderek bir savunma hattına çekiliyor. Bütün dış politika meselemiz yakın sınırlarımız üzerindeki PKK varlığı ile ilgili. Tabii ki bu önemli bir meseledir. 3 konusu var Türkiye’nin Kıbrıs, PKK ve Ermeni meselesi. Türkiye birkaç meseleye indirmeyecek kadar büyük bir ülke. Türkiye’yi kendi sınırlarına hapseden bir baskıyla karşı karşıyayız dışarıdan. İçerideki iktidar da bunu memnuniyetle kabul ediyor. Ve bütün diğer küresel alanlarından çekiliyor. Çünkü beka sorununu iç siyasette kullanılan sağlam bir malzeme olarak görüyor. Bu Libya politikasında da böyle, maalesef Suriye politikasında da.”

Yıldıray Oğur: 

”Dış politikada sizinle ilgili öz eleştiri bekleyenler genel olarak sizin dış politikadaki idealist yaklaşımınızı eleştiriyorlar. Türkiye dış politikada pek çok meselede taraf oluyor, açıklamalar yapılıyor ve sanki o meseleler dış politikanın değil iç politikanın parçası haline geliyor. Mısır’da darbe oluyor, kanlı darbeye haklı olarak karşı çıkılıyor ama bir noktada ilişkiler tamamen ortadan kalkıyor. Şimdi Türkiye’nin Akdeniz ve Libya meselesinde bu ortaya çıktı. İsrail, Mısır, Yunanistan, Kıbrıs, Suudi Arabistan, BAE ile Türkiye’nin pek çoğunda haklı sebeplerle ciddi sorunları var. Fakat Türkiye bu kadar çok ülkeyle aynı anda, idealist bir dış politika izleyip, sorun yaşama lüksüne sahip olan bir ülke mi?”

Ahmet Davutoğlu: 

”Aksine bu idealist olarak nitelenen politika bir sürü ülke ile ilişkilerin derinleşmesine yol açtı. Türkiye Sırbistan ilişkileri daha önce nasıldı şimdi nasıl? Eğer Osmanlıcılık ve İslamcılık yapsaydık ilk karşı çıkacağımız ülkenin Sırbistan olması gerekmez miydi? Salt politika olsa ilk karşı çıkılması gereken Ermenistan olmaz mıydı? Ermenistan ile protokol imzaladık ama Azeri kardeşlerimizin haklarını hiçbir zaman gündemden düşürmedik. Türkiye Suriye ilişkilerinde vizeleri kaldıran, sınır kapılarını kaldıran, Asi’de dostluk barajını yaptıran politikalar bizim dönemimizdeydi? Suriye ile İsrail arasında barış görüşmelerini gerçekleştirdik. Böyle bakıldığında idealist olarak nitelenen politikalar neticesinde bütün taraflarla ilişkilerimiz daha iyi noktaya geldi. Ama kontrol edilemeyen faktörler oldu. Nitekim Arap Baharı’nın doğurduğu büyük dalga hepimizi içine aldı. Arap Baharı’nın büyük dönüşümü hala bitmiş değil. Suriye ile ilişkileri o derece derinleştiren takip ettiğimiz politikalardı ve gerçekleştirdik de. Mesela İran ile nükleer anlaşma yapmamız, Türkiye’yi küresel bir aktör haline getirdi.”

Yıldıray Oğur:

”Tamam, Türkiye, Suriye’de 40 yıllık bir diktatör rejimine karşı ayaklanan Suriyelileri destekledi. Ama günün sonunda Rusya ve İran’ın Esad’ın yanında ağırlığını koymasıyla Suriye’de muhalifler kaybetti ve Esad kazandı. Bugün iktidarda olsanız Suriye konusunda siz ne yapardınız?”

Ahmet Davutoğlu: 

”İlk adım olarak Suriye muhalefetiyle rejimin yaptığı görüşmelerin çözüm çıkacak şekilde hızlandırılmasını sağlardım.”

İLGİLİ HABER

gazeteduvar – Karar gazetesinden Ahmet Taşgetiren, Elif Çakır ve Yıldıray Oğur

Click to comment

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

To Top
%d blogcu bunu beğendi: