EĞİTİM

Danıştay ‘andın yasaklanmasını’ anayasaya aykırı bularak kaldırdı ve kıyamet koptu

“Nerelisin?”Cevabı en zor sorudur.

AKP’nin sözcüleri, eski yeni bakanları, medyadaki kadrolu elemanlar kusmukta sıraya girdi.

Hatırlayalım…Andımızın kaldırılması; 2013’te çözüm sürecinde gündeme gelmişti.

Türk, kadim bir milletin adıdır. Hepimiz Türk’üz. Türk’üm, Türkiye demek ayıp değildir. Aksine iftihar edilecek bir şeydir. Ermeniler ve diğerleri Türk Milletine teşekkür etmeli. Zira bugünlere kadar yaşamaları bu sayede olmuştur. Türk’ü, Kürd’ü, Laz’ı bilmem nesi diye başlayan konuşmalar yapılıyor. Bunu da en fazla da yöneticilerimiz yapıyor. Andımızın kaldırılması 2013’te çözüm sürecinde gündeme gelmişti. Bunlar bölünmeye yol açar.


Amerika’da böyle bir şey var mı? Amerikan başkanlarının İtalya’nın, Fransız’ın, Alman’ın… diyerek konuştuğunu duyanınız var mı?”  Mümkün değildir. Üstüne üslük orada 72,5 millet var. Kendilerine Amerikan milleti demişler ve bu şuuru güçlendirmeye çalışıyorlar…

Danıştay, ‘andın yasaklanmasını’ anayasaya aykırı bularak kaldırdı ve kıyamet koptu.

Danıştay’ın kararından sonra, AKP’nin sözcüleri, eski yeni bakanları, medyadaki kadrolu elemanlar kusmukta sıraya girdi.

Hepsinden de fazla öfkeli ve nefret duygularını körüklemeye yarayacak konuşmaları,  Erdoğan yaptı. “Türkçülük yapmak da, Kürtçülük yapmak da bölücülüktür.” dedi…

Türkçülük ne demektir? Millî birliği savunmak, Türk Milletini sevmek ve ona hizmet etmek demektir. Kelimenin sonundaki ‘çülük’ eki, aidiyeti gösterir. Asırlardır birlikte yaşayan sosyal topluluklar, inancı ve kökeni ne olursa olsun Türk Milletinin ayrılmaz parçalarıdır; Türk’türler.

1876 Kanuni Esasi de, 1924 ve takip eden anayasalarımız da, bunu sarsılmaz bir şekilde böyle tanımlamıştır. Bu vatan topraklarında da, tarihte olduğu gibi Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hamuru böyle yoğrulmuştur.

İlk defa bir yönetici, bir ve bütün olan, hiçbir ayrısı gayrısı kalmayan Türk Milletini etnik bir grup gibi gösterip, bünyesindeki sosyal gruplarla eşitlemeye kalkıştı. Evrensel hukuk insanların eşitliğinin kriterlerini bulup insanlığa mal etti, ama grupların eşitliği için hiçbir iddiada bulunmadığı gibi, kriterini de keşfedemedi.

Düşünün bir ailenin, hastane, mahkeme, okul gibi kurumlarda ki eşitliği ne demek? Bireyler eşit olursa, aile de eşit olacaktır. Çözüm işde budur…


Aşağıdaki gerçekler karşısında neyin davası güdülüyor diye somamız gerekmez mi? Yapılan bütün çalışmalarda Türkiye’de yaşayan insanların ana dili yüzde 93.7 oranında Türkçedir. Sonradan öğrendiği dil dikkate alındığında yüzde 98 oranında Türkçe olduğu görülür. Vatan, devlet, sanat. estetik, edebiyat, musiki, ortak hatıralar ve kültür birliği gibi toplulukları millet yapan temel kurumlar dikkate alındığında yukarıdaki oranlar yüzde yüze yaklaşmaktadır.

Araştırmalar gösteriyor ki kendini Türk Milletinden ayrı sayanların oranları, yüzde 2 ile yüzde 6 arasında değişmektedir.

Danıştay Başkanı Zerrin Güngör:

 “Danıştay’dan istişari görüş alınabilir” sözüne çok hiddetlenen Erdoğan, “istişari” kelimesinin anlamını çarpıtıp “İzin alacak, müsaade alacaksak o zaman ben bu makamda durmayayım, çekeyim gideyim” cevabını veriyor.

Anayasanın “Başlangıç”ındaki ilk cümle, “Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa…” 

6Madde:

“Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz,” 

10. Madde: 

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” 

66. Madde:

”Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türk’tür demiyor mu?”

Andımız önemlidir. Hedefte, egemenliğin tapusu Türk adının anayasadan çıkarılması vardır.

“Büyük Türk yarınının yapıcıları arasına girmek için şimdiden hazırlanan güzel çocuklar! Daima kulağınızda çınlasın ki çalışkan olmayan Türk sayılamaz, ahlaklı olmayan Türk olamaz!”

Atatürk dönemi Milli Eğitim Bakanlarından Dr. Reşit Galip’in, 23 Nisan 1933 günü Çocuk Haftası töreninde yaptığı konuşma:

Reşit Galip:

“Çocuklar, güzel yüzlü, güzel özlü Türk yavruları! 

Bugün kutladığınız 23 Nisan, on üç yıl önce çoğunuzun daha doğmadığınız veya süt çocuğu olduğunuz zamanlarda yurdu kurtarmak için, Türk budununu [ulusun] kurtuluşa erdirmek için, Büyük Millet Kurultayı’nın [TBMM’nin] Gazi Babanız eliyle açıldığı gündür.

Bunu bayram edinmeniz, ey Türk çocukları öz Kurultayın açıldığı, öz Devletin kurulduğu günü kendi bayramınız için seçmeniz ne mutlu buluş!
Büyük Türk yarınının yapıcıları arasına girmek için şimdiden hazırlanan güzel çocuklar! 

Daima kulağınızda çınlasın ki çalışkan olmayan Türk sayılamaz, ahlaklı olmayan Türk olamaz! Şimdiden bağırarak söylüyorum ki sizlerden çalışmayanlar millet işlerinde kendi paylarına düşecek olanı en iyi yapmak için bugün en iyi yetişmeye kulak asmayanlar bizim yarınki düşmanlarımızdır!

İçinizde yarın bütün milletin kendisine düşman olmasını isteyecek çocuk var mı?

 Çocuklar! Bayramınız dolayısıyla size birkaç sözüm var. Bilirsiniz, daha iyi biliniz ki her Türk çocuğu anasının babasının olduğu kadar milletindir, bütünündür.

Sizin sağlığınıza, sizin çalışmanıza, sizin budun ülküsüne ve türelerine (hukukuna) uygun yetişmenize, ananız babanız kadar bütün Türklük yürekten bağlıdır. Can gözlerimiz üstünüze dikilmiştir.

Sizin kafaca, bedence sağlam, gürbüz yetişmenizi, ahlakça en iyi, en yüksek yetişmenizi, millet dileğini kendi isteklerinizden üstün tutar gönülle yetişmenizi istiyoruz. Analarınızdan, babalarınızdan, hocalarınızdan ve hepimizden daha üstün yetişmek gayretiyle çalışmanızı istiyoruz.

Budunlar içinde bir ve eşsiz Türk’ün güzel yüzlü, güzel özlü çocukları!
Türklüğün büyük yarını sizin görünüşte minimini, dayanıksız, fakat hakikatte acun (dünya) yapısı kadar sağlam ve dayanıklı omuzlarınızdadır. Bunu düşünün, bilin, anlayın ve bir an bile unutmayın! Size bugün şu işi veriyorum: Bayramınız biter bitmez, mekteplerinize döndüğünüz ilk günden başlayarak birinci derse girdiğiniz zaman sınıflarda hep birden ve her gün şu sözleri tekrarlayacaksınız:     

Türküm, doğruyum, çalışkanım. 

Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak; 

Yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. 

Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. 

Varlığım Türk varlığına armağan olsun. 

Bunu yalnız sizlerden, burada bulunanlardan değil, bütün mekteplilerden istiyorum. 

Haydi çocuklar! Bayramınız kutlu olsun! Bayramlara umutlu erenler gibi gülün, oynayın, eğlenin!”

Afet İnan, daha sonra “Ant” adını alan bu metnin ortaya çıkışını şöyle anlatıyor: 

Afet İnan:

“1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı idi. [Dr. Reşit Galip] Çankaya Köşkü’ne geldiği vakit, Atatürk’ün yanında bana bir kâğıt uzattı ve şunları anlatmaya başladı: ‘Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir Ant meydana çıktı. İşte, Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı’ dedi. Kâğıtta şöyle yazıyordu:
‘Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak; Yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.’
Bu sözler, Türk çocukları tarafından o yıldan beri tekrarlanmaktadır. Vatanperver Dr. Reşit Galip, evvela bir baba olarak bu hisleri duymuş, sonra da Milli Eğitim Bakanı olarak okul çocuklarına bu Andı içirmişti.” 

Bu Ant, 10.05.1933 tarih ve 101 sayılı Talim ve Terbiye Kurulu kararı ile resmileşmiş tüm okullarda çocuklara okutulmaya başlanmıştır.

Bununla ilgili Bakanlık genelgesi şöyledir: 

“Talebenin her gün tekrar edeceği ibare hakkında İlkmekteplerde her sınıfta her gün ilk derse girildiği zaman çocukların hep birden ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak; Yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun!’ ibaresini söylemelerinin usul ittihazı (edinilmesi) muvafık görülmüştür.

* Her muallim bu ibareyi bulunduğu sınıfta tahtaya yazacak ve talebelerin defterlerine yazdıracaktır. Talebenin bu ibareyi doğru olarak defterine geçirdikleri kontrol edilecektir. 

* Muallim bu ibareyi, ifade ettiği fikirleri birer birer çocukların fikri seviyelerine uygun düşecek şekilde canlı ve cazip bir dille anlatacak. Çocukların ibarenin manasını iyice kavramalarına dikkat edecek, ibarede çocukların anlamadığı hiçbir nokta kalmamasına ehemmiyet verecektir. Arada geçen Türklük, doğruluk, çalışkanlık, yasa, küçükleri korumak, büyükleri saymak, yurdu budunu özünden çok sevmek, ülkü, yükselmek, ileri gitmek, varlığımızın Türk varlığına armağan olması… gibi tabirlere ve fikirlere çocukların iyice nüfuz etmelerine çalışılacaktır. 

* Muallim talebenin bu fikirleri ve tabirleri iyice anlayıp anlamadıklarına emin olmak üzere her tabir ve fikir hakkında çocuklara muhtelif sualler irad edecek, bu tabirleri yerli yerinde kullanıp kullanmadıklarını anlamak için talebeye cümleler tertip ettirecektir. 

* Çocukların bu ibareyi mihanik bir şekilde değil, ifade etmek istediği fikirlerin ve hislerin iyice manalarına nüfuz edecek, onları bütün benlikleri ile duyurarak ve candan benimseyerek söylemelerine dikkat olunacaktır. 

* Talebeye bu ibare ayakta ve hep birden söyletilecek, muallim de talebenin karşısında ayakta durarak onlarla birlikte söyleyecektir. 

* Bu ibareyi söylerken talebenin laubali vaziyet almamasına, dürüst ve ciddi durmasına muallim dikkat edecektir. 

* Çocuklar, candan duydukları ve zaman geçtikçe manasına daha derin bir surette nüfuz edecekleri asil ve yüksek hislere tercüman olan bu ibareyi sevinçle ve yüksek şevk ve alaka ile tekrar ederken milli bir vazife ifa ettiklerini şuur ile duymalıdırlar. Bütün Türk çocuklarının vicdanlarında yaşatmalarını ehemmiyetle iltizam ettiğim (gerekli gördüğüm) bu akideyi talebenin yalnız dilinde bırakmayarak hayatlarının her safhasında takibi elzem bir hayat düsturu olarak telakki etmeleri için bütün meslektaşlarımın ellerinden gelen cehti sarfedeceklerinden emin olduğumu beyan ile muvaffakiyet temenni ederim Efendim. Maarif Vekili Namına Müsteşar Sali Zeki (Bülûğ)”  

Reşit Galip devrimciliği

“Nerelisin?”Cevabı en zor sorudur.


Diyarbakır’da dünyaya gelmiş bir anne ile Urfa’da gözünü açmış babadan İstanbul’da doğunca verdiğim yanıt kimseyi tatmin etmez. Hele önceki kuşaklar konuşulunca işler daha da karışır.

Öyleyse soralım: Memleketinizi ya da ulusunuzu seçebilir misiniz?

“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre değil, kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan karşı karşıya kaldıkları, belirlenmiş olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar” diyor Marx.

Cumhuriyet’in ilk kuşağı için de “yazdıkları tarih” böyleydi.

Memleketleri, hem zorunluluk hem de seçimleriyle yarattıkları vatandı.
Balkanlar’dan sürülen, Orta Asya’dan atılan, Arap çöllerinde vurulan bir kuşağın elinde son toprak Anadolu, önlerindeki gerçekçi çözüm ise ulusçuluktu.

Yandaşlardan okursanız (ki “ruhi yapısı şüpheli” dediler) onun bir akıl hastası olduğunu sanabilirsiniz. Aksine “öğrenci andı”nı yazan Reşit Galip, tutarlı, inatçı ve inançlı Cumhuriyet devrimcisiydi.

Sorsanız “elit” diyorlar. 41 yaşında zatürreeden demir bir karyolada öldüğünde, cebinde 5 lira vardı. Atatürk destek olmasa, ailesi ortada kalmıştı.

Sorsanız “tepeden inmeci” diyorlar. Oysa lakabı “Köycü Reşit”di. Birbirlerinden habersiz, Mustafa Kemal Samsun’a çıkarken,
o ise Kütahya’nın köylerine gidiyordu. 14 doktorla kurduğu “Köycüler Cemiyeti”tedavi ettiği köylülerle işgale karşı direnişi örgütlüyordu.

Sorsanız “ırkçı” diyorlar. Nazilerden kaçan Yahudi bilim adamlarına üniversiteleri açan, bu yüzden tutucu bürokrasiyle kavgayı göze alan kişiydi.

Sorsanız, “baskıcı” diyorlar. Atatürk’le “bu milletin sofrası, beni kaldıramazsınız”diye tartıştıkları biliniyor da nedeni pek bilinmiyor. Zira, kendinden önceki Eğitim Bakanı’nın kızlar için hazırladığı kıyafet genelgesine “bu bir geriliktir, inkılaplardan en mühimi kadınlara verilen haklardır” yanıtını verecek kadar özgürlükçüydü.

Sorsanız, “tutucu” diyorlar. Atatürk’e “devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum” diyecek kadar devrimci, kadınları tiyatro sahnesine çıkarmayan yöneticilere karşı “bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez” diyecek kadar eşitlikçi, Darülfünun’dan üniversiteyi yaratan ilerlemeciydi.

Reşit Galip’i anlayın 

İlk kez, sabah okula giden kızının eline vererek okuttuğu “öğrenci andı” neydi? 

Doğduğu Rodos’tan kayıkla Anadolu’ya kaçmak zorunda kalmış Reşit Galip’in kuşağının son yurdunu “özünden çok sevmek” için verdiği sözdü. 

Kafkasya’dan Şam’a, genç yaşında sayısız cephede bulunmuş Doktor Reşit’in“ileri gitme ülküsü”ydü. 

Sultanlara kulluk etmek yerine, varlığını milletin varlığına armağan etme iradesiydi. 

Okursunuz ya da okumazsınız. 

Andımız bahanesiyle Cumhuriyet devrimlerine karşı yan yana gelen dincileri, liberalleri, etnikçileri görün! 

Reşit Galip aleyhinde “üniversiteyi Yahudi hocalarla doldurdu”, “Yahudi okulunda okudu” gibi her türlü çamuru piyasaya süren Mustafa Armağan’ın FETÖ yayınlarının kalemi olduğunu unutmayın! 

Yugoslavya ya da Suriye boğazlaşması örnek olsun; sınırsız ve imtiyazsız bir dünyanın tohumlarının, ortaçağ kalıntılarında değil, Cumhuriyet devrimciliğinde olduğunu hatırlayın! 

Cephelerde solan ciğeri, biri 17 yaşında intihar eden üç kızının büyüdüğünü görmeye yetmeyen Reşit Galip’e ant yazdıran tarihi anlayın! 



 Barış Terkoğlu

Click to comment

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

To Top
%d blogcu bunu beğendi: