Şeyh El Tayyib: ''Çok eşlilik genelde Kuran'ın yanlış yorumlanmasından kaynaklanıyor.''

Kuran’ın yanlış yorumlanması…

Mısır’da El Ezher Üniversitesinin Rektörü Şeyh Ahmed El Tayyib: ”Evliliklerde çokeşlilik, kadınlar ve çocuklar için adaletsizlik yaratabilir.”

Şeyh El Tayyib: ”Çok eşlilik genelde Kuran’ın yanlış yorumlanmasından kaynaklanıyor. Evliliğin çokeşli olması gerektiğini söyleyenlerin hepsi yanılıyor. Tek eşlilik kural, çokeşlilik ise istisnadır.”

Mısırlı ünlü İslam âlimini ne güzel sözler söylemiş. Sonunda işin doğru yorumunu yapan ehil bir âlim çıktı.

Tarihini dizilerden öğrenen bir toplumuz. Osmanlı Sarayı dizileri, Harem dolusu kadınlar, haremağaları, kalfa kadınlar, gözdeler, ‘kardeş katli’

Bugünün dünyasından bakınca akıl sır erdirilemez, ‘zamanın ruhuna’ girmek lazım o da dizi seyrederek olmuyor, okumak şart…

Saray’daki düzeni sıradan evlerin de düzeni zanneden yurdum erkeğinin ‘çokeşlilik’ konusunda geleneksel ayarlarına geri dönmek arzusu hiç ama hiç bitmez ama Osmanoğulları hanedan ailesidir, sıradan bir Osmanlı ailesi değil!

Çokeşlilik konusu Osmanlı dedelerimizce yasaklanmasa da, pek ‘hoş’ karşılanmaz. Bu devirde çok zor görünen çoktan eş seçmeli evler malumunuz o devirde de mümkün değildi. Bu durum Anadolu’da hoş karşılanmazdı. Sadece Osmanlı’nın kuruluş evresinde bu tür evlilikler yaygındı çünkü savaşlarda kadınlar eşlerini kaybetmiş, yalnız ve kimsesiz kalmışlardı.

1670-1698 yılları arasını ele alan ve tereke defterlerinden yani bir adamın öldüğünde malının kime ne şekilde paylaştırılacağının hesabının tutulduğu defterlerde görüldüğü üzere, çokeşlilik zengin erkeklerden çok yoksulların tercihidir.

Klasik dönem Osmanlı Sarayı çağdaşlarından çok daha mütevazıydı. Üstelik bizim Osmanlı dedelerimizin de öyle sultanlar gibi farklı dinlerden kadınlarla yaptıkları evlilikler de yaygın değildir ve zaten de hoş karşılanamaz.

Geçici sürelerle yapılan görevlendirmeler nedeniyle mesela, Eflak, Boğdan’da yaşayan bazı yöneticiler bu tür evlilikler yapmışlardı.

Bugün Türkiye’de hemen her çiftin olmazsa olmazı sayılan ‘resmi nikah’ Osmanlı dedelerimiz zamanında da kadıya tescil ettirilmesi olayıdır. O devrin resmi nikâhı ‘kadı nikahı’dır.

Kadınların bugünün Türkiye’sinde kendi soyadlarını kullanmaları da ciddi bir geleneğimizdir, çünkü kadınlar resmi kayıtlarda babalarının adıyla anılırlar.

Haim Gerber, Bursa üstüne 17. yüzyılda yaptığı bir araştırmasında; ‘çokeşli erkeklerin sayısını yüzde beş’ demiştir.

Cem Behar’ın yaptığı araştırmalarda; çokeşlilik 1885 ile 1906 arasında yüzde iki buçuk.

Sandığımızın tam aksine bizim dedeler evi kadınlarla doldurmaya hiç meraklı değil.

Kınalızade Ali Çelebi’in Ahlak-ı Alai adlı eserinde; ‘aklı başında adam cariye yerine özgür kadınla evlenir’ görüşü hakimdir.

İttihatçiler’in yaptırdıkları Hukuku Aile Kararnamesi’nde; ‘kuma getiren erkek, karısı tarafından boşanabilme hakkına sahip.’

Nereyi geleneğimiz olarak kabul edelim? Hani o ‘kadın, anne, hükümdar’ üçlemeli Orta Asya’daki dedelerimizi mi, Selçuklu’yu mu, Osmanlı Sarayı’nı mı? Evliliğe, evlilik içindeki kadına nasıl bir anlam yükleyelim?

İmparatorluk geçmişini fırlatıp atmış, geçmişine küs, tarihinden habersiz, tutarsız, köksüz ve bu yüzden de bir türlü kendisiyle hesaplaşamayan, hesapların sonunda memnun kalmayacağını hisseden bu toplum kendini nasıl yorumlamalı?

Kaynak Elif Uluğ

www.salom.com.tr

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: